Kupa'da ikinci maçlar oynanmaya başladı. Takımların daha ilk maçlarda renklerini belli ettikleri keyifli bir Dünya Kupası izliyoruz. Daha şimdiden kupaya dair anlatacak birçok hikayemiz oldu. İspanya'nın hayal kırıklığı, Almanların komplike oyunu, Hollanda'nın son Dünya Kupası'ndan bu yana Almanlaşmadan yana kıdem yapması, Kostarika'nın Uruguay mucizesinin ardından bir de İtalya’yı mağlup etmesi, Brezilya ve Arjantin'inin yetenekli bütün futbolcularının forvette istihdam edilmesi, nerede Latin Amerika'nın futbolu derken Latin Amerika futbolunun bayrağını Şili, Kolombiya ve Kostorika’nın üstlenmesi ve pozitif oyunları, bu Kupa'nın daha şimdiden konuştuğumuz, üzerinde kritik yaptığımız hikayeleri elbet.

Tabii bir de Kupa'nın fıtratında olan hikayeler de mevzu bahis. Afrika takımlarının 94 Amerika Dünya Kupası'nda oynadıkları oyunu bir türlü hiçbir turnuvada tutturamamaları. Avustralya'nın ve İran'ın rakipsizlik kontenjanından her turnuvaya dahil oluşu ve ilk turda elenişi, İtalyanların çaktırmadan bir üst tura yükselebilmeleri, ki 2006 yılındaki gibi yine ne olduğunu anlamadan finalde görürsek hiç şaşırmam. ABD'nin sıkıcı futbolu, İngiltere'nin milli takımlar seviyesinde bir türlü başarılı olamaması , Yugoslav ekolünün Bosna Hersek gibi bize sürekli yenilikler sunmaya devam etmesi...

BU KUPADA HATA YAPMA LÜKSÜNÜZ YOK

Maçlara dönelim biraz, birinci maçların ardından kartlar yeniden karıldı. İkinci maçların başlamasıyla birlikte erken hayal kırıklıkları diyebileceğimiz sonuçlar çıktı. Başta İspanya gibi. Dünya Kupası’na anlam veren güzelliklerinden biri de burada aslında. Kupanın bir turnuva olması onu uzun lig periyodundan farklı kılıyor, dolayısıyla da hata yapma lüksünden yoksun bırakıyor. Bu üç maçta her şeyinizi vermeniz gerekiyor zira kaybedecek tek bir puan bile sizi bir üst turdan mahrum bırakabilir. Hal böyle olunca sahaya çıkan futbolcu için varını yoğunu ortaya koyma zorunluğu ortaya çıkıyor. Teknik direktörlerinse deneme yanılma şansı olmuyor, en doğru bildiklerine sahip çıkmaları gerekiyor, koca bir lig maratonunda yaptıkları hesap ve kitabı üç maça sığdırmak zorundalar. Dolayısıyla kimsenin hata yapma lüksü yok, zira hatanın telafisi için dört yıl beklemeniz gerekiyor.

Ne var ki İspanya'da Del Bosque doğru bildiğinin kurbanı oldu, yazık ki başka seçeneği de yoktu. Elinde son Dünya Kupası'nı ve son iki Avrupa Şampiyonası'nı kazanan bir takımın geleneği mevzu bahisti. Belki de sorun biraz da buydu. Birçok spor yorumcusu İspanyolların efsane pasa dayalı Barcelona ve Cruyf menşeili oyununun sonunun geldiğini düşünse de, aslında asıl sorun sahadaki birçok futbolcunun kariyeri boyunca kazanılabilecek ne varsa kazanmış olmalarıydı, bunca kazanmışlıktan sonra Şampiyonlar Ligi ve La Liga gibi bir mücadeleden çıkmış oyunculara hadi bir Dünya Kupası daha var demek ve onları ikna etmek hiç kolay olmasa gerek. Sorunu önceden fark etse bile müdahil olmak cesaret isteyen bir süreç, zira olası bir başarısızlıkta alacağı eleştirileri tahmin etmek güç değil.

FRANSA’NIN DA BAŞINA GELMİŞTİ

Ne yazık ki bunca başarının ardından böylesi sert bir düşüş eleştirilerin de dozajını artırıyor. Muhtemelen yeniden yapılanmaya gidecek İspanya bundan sonrası için. Oysa son 10 yıla damgasını vuran görkemli oyunları böylesi bir vedayı hak etmiyordu. Bu vedayı Fransa için de yaşamıştık. Fransa’nın 1998’de Dünya Kupası’nı, ardından 2000 yılında Avrupa Şampiyonası'nı kazanmasının ardından 2002 yılında Dünya Kupası'nda G. Kore-Japonya‘da tek bir galibiyet alamadan elemeleri geçememesi ders niteliğindeydi aslında.

Bu durumun oluşabileceğine dair bir ipucu da bugün B.Münih’i çalıştıran Barcelona’nın eski teknik direktörü Pep Guardiola’dan gelmişti. Guardiola Barcelona’dan ayrılma nedeni olarak "4 yılda 14 kupa kazandık. Ancak hem kendimi hem de oyuncuları motive etmekte artık zorluk çekiyordum. Teknik direktör olarak o an; gitme zamanınızın geldiğini hissediyorsunuz" ifadelerini kullanmıştı.

Bana kalırsa İspanyol taraftarların yapması gereken bugün bu takımı yerden yere vurmaktan ziyade, bugüne kadar kazanılan başarılar için teşekkür etmek.

GİZLİ FAVORİLER: ŞİLİ, KOSTARİKA, BOSNA-HERSEK VE BELÇİKA

Tabii bu turnuvada 2010’da Güney Afrika'da olduğu gibi Şili’nin hakkını vermek gerekir, bu turnuvanın gizli bir favorisi varsa o da Şili’yle birlikte Bosna Hersek benim nazarımda. Elbet Şili bir iki adım önde bu yolda ama Bosna Hersek’in bir alt yapı madeni olarak yetiştirdiği genç oyuncularıyla bu turnuvanın en sempatik takımlarından biri olmakta başı çekeceğini düşünüyorum.

Tabi bugün sempatiklik kadrosuna ben dahil kimsenin şans tanımadığı Kostarika’yı da dahil etmemiz gerekiyor. Önce Uruguay’ı, ardından İtalya’yı yenmeleri bir anda bütün ilgimizi onlara yöneltti. Bu küçük Orta Amerika ülkesi Dünya Kupası'nda kendine muhalif bir takım arayanlar için birebir. 4.5 milyon insanın yaşadığı, 1950’den beri orduyu dağıtıp askeri harcamaları, sağlık ve eğitime kaydıran, dünyanın en yeşil ülkelerinden biri olarak kabul edilen çevre dostu bir ülkeden bahsediyoruz. Sanırım İngiltere maçına kadar acilen kadrolarını ezberlememiz gerekecek.

Merakla beklediğimiz bir diğer takım da Belçika'ydı. Özellikle birçok oyuncusunu İngiltere premier liginde istihdam ettiren bu küçük ülke, Almanya'yı örnek alarak göçmen çocuklarına yatırım yaptı, alt yapılarında da önemli değişiklikler gerçekleştirdiler ve çok uzun zamandır bu kupayı hedefliyorlar. Kevin de Bruyne, Marouane Fellaini, Romelu Lukaku, Eden Hazard, Steven Defour, Adnan Januzaj, Dries Mertens, Divock Origi gibi birçok yıldız oyuncuya sahipler.

Sorunlarıysa bambaşka. Altyapıya yatırım sürecinde birçok oyuncu yetiştirme becerisi gösterdiler ve çok geniş bir havuza sahip oldular, problem bu geniş havuzdan uyumlu bir onbir çıkartmanın güçlüğü.

BİELSA’DAN SAMPOLİ’YE…

Şili’ye dönecek olursak, 2010 yılında Bielsa futbola getirdiği yaratıcılıkla Şili’yi daha o yıllarda bize sevdirmişti. Dolayısıyla Şili’nin oynadığı futbol ve İspanya karşısında aldıkları galibiyet şaşırtıcı değil. Bugünse bayrağı çırağı Sampaoli taşıyor. İki maçta da en çok tartışılan konu Şili’nin hangi sistemde oynadığına dairdi, oysa Şili’yi hangi kaba soksak sığmıyor. Sistemleri daha çok ortada sabit bir oyuncu ve onun etrafında uyumlu bir şekilde değişerek oynayan bir takım. Çok adamla hücuma çıkmayı seviyorlar. 2010 Dünya Kupası için sistemleri bu nedenledir ki 4-2-4 üzerinden rivayet ediliyordu. Öte yandan topu kaptırdıklarında savunmada İspanya’ya nefes aldırmadıklarını eklemek gerek, İspanya Hollanda maçından daha beter bir organizasyonsuzluğa düştü. Muhtemelen son on yılda İspanya’yı hiç birimiz bu kadar dağınık görmemiştik.

ALMANYA: TURNUVANIN EN ORGANİZE TAKIMI

Favorilere bakalım biraz da. İlk maçların ardından Almanya, Portekiz maçı da gösterdi ki turnuvanın en büyük favorisi. Ne yalan söyleyeyim 80 nesli olarak Son 10 yılda Almanlardan bu kadar haz edeceğim aklıma gelmezdi, ancak bütün oyun anlayışlarını değiştirdiler ve 2002 Dünya Kupası'ndan bu yana bambaşka bir kimlikle sahaya çıkıyorlar ve her sene üzerlerine koyarak ilerliyorlar. Pozitif gole yönelik oyun tarzları ise futbol iştahımızı giderecek kıvamda. Son maçta gördük ki sabit bir santrafora artık ihtiyaç duymuyorlar, sloganları takım oyunu içinde herkes gol atabilir. Kross, Özil, Müller ve Gotze, olmadı Hummels. Her birine dikkat etmeniz gerekiyor.

HOLLANDA’DAN TOTAL FUTBOLA GERİ DÖNÜŞ

Son kupanın finalistini, Hollanda’ya gelince Van Gaal’le birlikte sert defansif futboldan hızlı, dikine hücum eden bir takım haline büründü hem de genç futbolcularını kullanarak. Hatırlamakta fayda var 2010 G.Afrika Dünya Kupası)nda birçoğumuz Hollanda’ya çok ah etmiştik. Avrupa’nın en pozitif futbol oynayan takımıyken, iyi futbol bize kupa kazandırmıyor deyip, kendini inkar etmenin anlamı neydi bilinmez. Ki o sert defansif futbol da onlara kupayı getirmedi. Hollanda’yı izleme keyfimizden mahrum bıraktı sadece o kadar. Neyse ki bundan çabuk vaz geçtiler.

Hollanda’nın forveti en büyük kozu Robben, V.Persie ve Sinejder… Bu oyuncular neler yapabileceklerini biliyoruz, ama şampiyonluk yahut final için Daley Blind, Stefan De Vrij gibi genç oyuncuların daha fazla desteklerine ihtiyaçları olacak. Bu arada belirtelim Hollanda Feynord alt yapısından 9 oyuncuyu milli takım kadrosunda istihdam ediyor. Bize bir şey anlatır mı bilmem. Son olarak keşke portakal renkli formalarıyla görseydik onları.

Favorilere ve maçlara kaldığımız yerden devam edeceğiz.