Erdoğan her geçen gün “savaşa hazırız”, “boyun eğmeyeceğiz”, “kuşatma altındayız”, “istiklal savaşı veriyoruz”, “eyvallah etmeyiz”, muz cumhuriyeti ve kabile devleti değiliz” ve/veya “bizi tehdit edemezler” içerikli hamasi ve buyurgan nutuklar atarken, piyasaların ve ekonominin somut ve acımasız dinamikleri çalıştı, yerli ve yabancı ekonomistlerin yıllardır uyardığı üzere Türkiye yıllardır emarelerini gösteren krize resmen ve hızla girmiş oldu. Artık ne faizleri arttırmak çözüm olur ne de 100 günde 400 büyük projeden söz etmek. Sonuçta dünyanın konuştuğu ve kıskandığı devasa projelerimizin anlaşmalarını da yine dolar üzerine yaptık ve vatandaştan parasını dolar üzerinden tahsil ediyoruz. “Onların dolarları varsa” derken, bizim her işimiz, işlemimiz, sürecimiz baştan sona dolar üzerinden dönüyor ve bu düzenlemeleri yapan, kabul eden ve taahhüt eden yine biziz, hayali dış güçler değil. Dahası, yılbaşında 3,77 olan dolar, artık 7 TL’nin üzerinde...

Damat Bakan Albayrak’ın içi boş, bol slaytlı, çelişkili ve rakamsız sunumu kendisini olduğu kadar dinleyenleri de tere ve ümitsizliğe boğdu. Örneğin “para ve maliye politikalarının tek şapka altında birleşmesinden” bahsederken, diğer yandan da (ritmik el-kol hareketleri eşliğinde) Merkez Bankasının ‘tam bağımsızlığından’ söz etmeye çalışıyordu. Daha düne kadar “kriz” lafını ağzına almak istemeyen ekonomistler, artık büyük bir krizin içinde ve başında olduğumuzu belirtiyorlar. Türkiye’de 2008 krizi sonrasında döviz cinsinden borçlanmanın teşvik edilmesi neticesinde, son 10 yıllık dönemde Çin’den sonra döviz bazlı özel sektör borcu en hızlı artan ülke olduk.

TL hızla değer kaybederken, Türk bankalarında ciddi oranlarda ortaklıkları bulunan Avrupa bankalarını ve piyasalarını da endişe sardı. İspanyol BBVA, Fransız BNP Paribas ve İtalyan UniCredit’in hisseleri Avrupa borsalarında değer kaybetti. Şu an Türkiye’nin İspanyol bankalarına 83,3 milyar dolar, Fransız bankalarına 38,4 milyar dolar, İngiliz bankalarına 19,2 milyar dolar, Amerikan bankalarına 18 milyar dolar, İtalyan bankalarına 17 milyar dolar ve Japon bankalarına 14 milyar dolar borcu bulunuyor. Ayrıca, ABD Borsa İstanbul’da %32 (13,7 milyar dolar) ile yatırımı en çok olan ülke, ABD’yi ise Birleşik Krallık, Lüksemburg, Katar, İrlanda ve Hollanda gibi ülkeler izliyor. Dolayısıyla, sanıldığı gibi dünya, Avrupa veya ABD bizim batmamızı istemez, bu batışı tezgâhlamaz ve her şeyden önce bu kendilerinin işlerine gelmez. Batılı ortaklarımızın ekonomi yönetimimizden istedikleri ve bekledikleri tek şey, 2002-2011 yılları arasındaki ortodoks, teorik ve gerçekçi ekonomi modeline geri dönmemiz ve bunu yapısal reformlar ile desteklememizdir.

Bu dönemde bize destek veren nadir ve aynı zamanda kader ortağı ülkelerden biri olan İran “Trump’ın NATO müttefikine ekonomik zorlukları coşkuyla dayatmasının utanç verici” olduğunu ifade ederek Türkiye’yi savunmak durumunda kaldı. Bu arada, İran’ın sadece 2,2 milyar dolarlık bir dış borçları var (bizim 466 milyar dolar). Bunun nedeni İran’ın petrol ve doğalgaz gibi iki önemli ve stratejik kaynağa sahip olması ve tam olarak finans hareketlerinin bağımsız olduğu serbest piyasa ekonomisini kabul etmemiş olmasıdır. İran dış finansman sorununu doğal kaynakları ile çözmeye çalışırken, biz bütün bu enerji kaynaklarını üstelik döviz cinsinden ithal etmek zorundayız (özellikle Rusya ve İran’dan).

IMF’den kredi istemeyi bir tür ‘zillet’ olarak gören iktidar, rotayı Çin, Rusya ve Kuveyt gibi ülkelere çevirdi. Sanki bu ülkelere faiz ödemeyeceğiz ve sanki kendi para birimimiz üzerinden kredi alabilecekmişiz gibi. Maalesef TL yama tutmazken, iç politikaya yönelik hareket ve söylemler bir türlü dur durak bilmiyor. Yiğit Bulut’un “dövizini bozduranlar 4 yıl içinde kazanacaklar” türü müjdeleri bile eskisi kadar eğlendirmiyor!

200 TL’lik banknot ilk defa çıktığı zaman değeri 131 dolardı, şu an ise 38 dolar. Taşıtı olan bir vatandaş 2000 yılında 50 TL ile 85 litre yakıt alabiliyordu, şu an ise sadece 8 litre alabiliyor. Yumuşak inişe yanaşmayan Başkanlık sistemi odaklı ve parlak zekâlı ekonomi yönetimimiz (yani Erdoğan ve Albayrak) 81 milyonu bir Güney Asya veya Orta Afrika ülkesi yaşam standardına mecbur bıraktı. Rahip Brunson üzerinden Amerikan Başkanı Trump ile girmiş olduğumuz yüzeysel ve sözel mücadele neticesinde, sadece haftalar içerisinde bu aşamalara kadar geldik. Gerçek şu ki, döviz kuru artışı dursa ve bir zarar tespiti yapabilme olanağına kavuşsak bile, bu travmanın etkilerini en az bir nesil boyu yaşayacağız… Maalesef 2023-2053-2071 efsanevi hedeflerini koyanlar ile dün ve bugünleri aramak zorunda kalmamıza neden olanlar aynı... Uygar dünyadan tümüyle koptuk ve medeniyetin getirdiği teknoloji, kalkınma ve gelişimin dışında kaldık, meleklerin cinsiyetini tartışacağımız günler yakındır...