Bir haftadır her sabah, teftiş memuru gibi erguvanlara gidip bakıyorum...

(Farkında olmayanlara hatırlatma: Bu haftalar İstanbul için erguvan açma haftaları)

Hangisi daha tomurcukta, hangisi açmış, hangisi çiçek vermeden direkt yaprağa geçmiş...

Böyle vergi memuru gibi kontrol ediyorum...

İki sene önce Maltepe Belediyesi’nin hediye ettiği ve Vasili ile beraber Rum Okulu’nun bahçesine diktiğim erguvan ağacım mesela, bu sene çiçek açmadan direkt yaprağa geçmiş.

Bilmiyoruz ki neden!?... Ağaç bu yıl çiçeklenmemeye karar vermiş. Bir bildiği vardır mutlaka.

“Gençtir ondan” dediler ama dikkatlice bakınca bazı yaşlı ağaçların da direkt yaprağa geçtiğini fark ettim.

Neyse ki genel bir eğilim değil. Açanlar çok güzel açmış yine.

Saydım 139 fotoğraf çekmişim.

***


Cumartesi evime bir kumru girdi. Oturma odamda pır pır uçup abajurun üzerine kondu. Baktım kocası veya karısı da camın önünde.

Belli ki arkadaşlar “ev” bakıyorlar...

Başımın üzerinde yerleri var da... Oturma odam iki taraf için de biçimsiz olacak.

Bir süre bakıştık, sonra anlayış gösterip gittiler...

Sonra dedim, bu kumrular ne sever? İçi toprak dolu saksı severler. Eski evimde bir iki kere yuva kurmuşlardı ölmüş sardunyaların mahzun kalmış saksılarına.

Rüzgâr almayan cam önlerine içi toprak dolu yoğurt kapları yerleştirmeye başladım... Prefabrik kumru yuvası!

Gelsinler yuva yapsınlar. “Ay çok pislik oluyor” diye yuvalarını bozacak saçma sapan insanların balkonlarına yapacaklarına, gelsinler benim güvenli evimin önünde yapsınlar...

Henüz beğendiremedim yoğurt kaplarımı ve saksılarımı ama umudum sürüyor. Bir sepetin içine de bez koydum. Belki onu beğenirler..

***


Bebek’teki manolya ağacı da açtı iki hafta önce. Galiba bu yıl en görkemli yılıydı. O ağacı keserlerse bu şehri yakarım! Vallahi yakarım, billahi yakarım!

***


Çaprazımdaki dama bir martı çifti yuva yapmış. Keşke daha yakınımdaki bir dama yapsaydı diyorum ama benim önümdeki dama kediler de geliyor. Tehlikeli. Şimdi sırf martı üremesini incelemek için ucuzundan bir ayaklı dürbün alacağım. Zira meşakkatli bir iş martı yavrusu büyütmek. Zevkle izleyeceğim...

***


Ev tarımına geçeceğim. İlaçsız maydanoz, roka, tere, marul tohumu veya fidesi arıyorum. Saksıda çiftçilik yapacağım. Fakat ne kadar zor ilaçsız herhangi bir şey bulmak!

***


“Evde yoğurt” maceralarımı da iki üç güne kadar topaçlayacağım. Öyle makinede falan değil bayağı bildiğin battaniye içinde yapıyorum.

Şuna karar verdim: “Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır” lafı boş laf.

“Her bacının yoğurt mayalaması ayrıdır” olacak o laf. Hatta muhtemelen öyleydi de ataerkil pisliğin teki onu “yiğide” ve “yoğurt yemeye” çevirdi. Yoğurt yemenin kaç tür yöntemi olabilir ki yahu?

Esas fark yoğurt mayalamakta. Twitter ahalisine bir sordum “Nasıl yoğurt yapılır” diye, tam 16 ayrı yoğurt mayalama tarifi aldım. Kimi 4 saat bekletiyor, kimi 12 saat, kimi suyunu kâğıt havluyla çektiriyor, kimi öyle bırakıyor da buzdolabına koyuyor.

Öyle ya da böyle oluyor da mesele en mükemmelini bulmak!

***


Bu arada, hani geçen günlerde Karatay diyetinden söz ederken “Yumurta serbest ama özgür dolaşan mutlu tavukların özgür yumurtaları olacakmış. Yahu nereden bulacağım Arnavutköy’de özgür tavuk??!?” demiştim ya.

Erguvan teftişine çıktığım bir gün çıktılar karşıma! Arnavutköy’ün tepelerinde bir villanın bahçesinde!!!! Bir baktım bir Denizli horozu yolun ortasına dik dik bakıyor bana. “Anam! Sen nereden çıktın?” derken, haremi de geldi gıt gıt gıt. Kafamı kaldırdım, kümesleri villanın bahçesinde! Bir BMW cipin hemen yanında! Belli ki “free range yumurta” konusunda yüzde yüz emin olmak istemiş Zengin bey. Hem güldüm hem hoşuma gitti. Dünyanın en güzel manzaralı kümesi de olsa olsa bizim memlekette olurdu zaten.