Vesayetten çıkışı, iktidarın denetimden uzak olması sayan anlayış sadece, bir gün gelir kendini de yakar.

Genel seçimden önce siyasi parti liderleri futbol atkılarını boyunlarına bağlamış bağırdıkça bağırırken, 11 Mayıs günü Lüleburgaz’da Recep Tayyip Erdoğan şöyle dedi:
“Temiz siyaset sözü vererek geldik ve benim bir bakanım bunu yapamaz. Ve bugüne kadar da bazı bakanlarımla alakalı atılmış adımlarım varsa bunun birçok gerekçeleri vardır. Ve birçoğu da bugün milletvekili adayı olamadıysa birçok nedenleri vardır. Milletvekillerim için de aynı şey ortadadır.” 

Siyaset kültürünün seçkin bir örneği
Bunun üzerine bazı bakanların yolsuzluk yapıp yapmadığı kısa süreli de olsa tartışıldı ve aday gösterilmeyen bakanlardan Kürşad Tüzmen’in suçlamalara “Biz adamı ana rahmine kovalarız” diye yanıt vermesiyle tartışma kapandı.
Bu ifade siyaset kültürünün seçkin bir örneği olarak arşivlere kaydedilirken T24 internet sitesinde yazan Doğan Akın, aday gösterilmeyen bir başka bakana dikkat çekti.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de milletvekili adayı yapılmamıştı. Erzincan-Erzurum hattında bir fay kırığı yaşatan İsmailağa cemaati soruşturması esnasında İsmail Güler’in ilginç konuşmaları yasal dinlemeye takılmıştı.
Kayıtlara göre İsmailağa cemaatinin önemli isimlerinden birinin, Bakan Hilmi Güler’e “Bunu onaylamayacaksın, bizim yerimize girdi” diyerek ihaleye giren bir şirketi şikâyet ettiği görülüyordu. 

Temiz siyaset
Seçim hengâmesinde bu aday gösterilmeme ve ‘temiz siyaset’ konusu güme gitti.
Bugün Deniz Feneri davasının davacılarının görevden alınması gündemde. Muhtemelen iki hafta sonra unutulacak bir mevzu. Savcıların görevden alınmasına gerekçe olarak gösterilen ‘tedbir kararını uygulayacak mercie gönderilen belgede ilgisiz bölümlerin kapatılması’nın genel bir uygulama olduğu ortaya çıktı.
Buna rağmen yeni Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yeni başkanı Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in soruşturmaya açık bir şekilde destek verdiği biliniyor. Kendi iktidarına yakın isimleri ilgilendiren bir soruşturmada tedbir kararları ciddileşince yeni HSYK’nın başkanı olarak Adalet Bakanı’nın devreye girmesi dünyanın her yerinde çok ciddi bir soruna işaret eder.
Hele CHP Genel Başkanı’nın bazı açıklamalarını temel alan bir bakanın Deniz Feneri soruşturmasını engellemek için delil karartılması amacıyla bilgi sızdırdığı söylentileri bu sorunun ciddiyetini daha da arttırır. Bu sadece yüz milyonlarca dolarlık bir soygunun soruşturulması hikâyesi değildir. Bu aslında bir iktidar yoğunlaşmasının erişebileceği pervasızlığın ilk işaretleridir. 

Güme giden etik
AKP ‘temiz siyaset’ kavramını kullanmayı sever. Bir AKP’li milletvekili 2008 senesinde ‘Siyasi Etik Komisyonu’ kurulması hakkında bir kanun teklifi verdi. Bu teklif, milletvekili ve bakanların yapamayacağı işleri, üye olamayacakları kuruluşları iyice belirtip aksi yönde hareket edenlere karşı da tedbirler öngörüyordu.
AKP, Avrupa Birliği’ne 2008’de verdiği Ulusal Program’da bu teklifi kanunlaştıracağını taahhüt ediyordu. Kanun teklifinin amacını ise güzelce özetliyordu:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile ilgili olarak saydamlık, tarafsızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme gibi etik ilkelerin belirlenmesiyle bu doğrultuda görev yapmak ve siyasi etik düzenlemesinin uygulanmasında etkinliği arttırmak.”
Teklif kanunlaşamadı. Ulusal programda verilen taahhüt kâğıtta kaldı. Temiz siyaset kavramı Lüleburgaz’da yapılan o açıklamayla anlamını yitirdi. İktidarın yargı üzerinde kurmaya başladığı tahakküm, izahı zor bir aşamaya geldi.
Vesayetten çıkışı, iktidarın her tür denetimden uzak olması olarak algılayan bir anlayış, sadece muhaliflerini değil, bir gün gelir kendini de yakar.
Her demeç, her fiil, her işlem gazete arşivlerinde duruyor. Ya arşivleri yakarsınız ya da bir gün o arşivler sizi yakar.