Otuz beş yoksul Kürt!

Bombalar yağdı üzerlerine, önce öyle katledildiler.

Devlet ve medya, saatlerce yok saydılar bu katliamı. Saklamak mümkün olsa, belki hiç söz etmeyeceklerdi bundan. Lakin “iletişim çağı”nda yaşıyoruz ve dünya âlem daha ilk anda öğrenmişti her şeyi. O otuz beş kişi bir kez de böyle katledildiler.

Haber bültenleri, acıdan ve üzüntüden arındırılmış soğuk bir dille veriyorlar “olayı”. “Öldürülen” demekten kaçınıyorlar ısrarla, “ölen” diyorlar 35 kişi için. “Ecelleri gelmişti, öldüler” der gibidir haberlerin dili. O otuz beş kişi bir kez de böyle katledildiler.

Hükümet, günlerce sustuğu gibi, cenazeye bir temsilcisini de yolla(ya)madı. O otuz beş kişi bir kez de böyle katledildiler.

Başbakan konuştu; ama sorumluluğu üstlenmek bir yana, kendi hükümetinden başka herkesi suçlayan bir havadaydı. Başbakan yardımcısı da benzer edayla konuştu; üstelik resmen özür dilemeye gerek olmadığını söyledi. O otuz beş kişi bir kez de böyle katledildiler.

Öldürülenler Kürt değil de Türk olsaydı böyle olur muydu ya da ölüm karşısında böylesine bir adaletsizliğin sebebi ne ola ki? Nâzım Hikmet’in “Ölüme Dair” şiirini hatırlıyor musunuz? Ben sadece birkaç dizesini aktarayım:

 

Bir eski Acem şairi :
“Ölüm âdildir” — diyor,—
“aynı haşmetle vurur şahı fakiri.”

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
 herhangi bir şahın bir gemi ambarında
 bir kömür küfesiyle öldüğünü?..

Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

Kürtler için hayat hiç adil olmadı ki bu memlekette...

İlk suskunluktan sonra; uzmanlar “çok kıymetli” bilgiler veriyor, köşe yazarları derin tahliller yapıyorlar. Operasyon kazası, istihbarat zaafı, devlet içi iktidar mücadelesi gibi laflar havada uçuşuyor. Sanki böyle bir “olay” ilk kez oluyormuş; dünü ve bugünüyle “devletin Kürt politikası”ndan tamamen bağımsızmış gibi konuşuyor çoğu.

Topyekûn savaş konsepti”nin mimarları ve savunucuları, bir süredir “Heronlar gelecek, terör bitecek” nakaratıyla ölüm marşları besteliyorlar. Savaş uçaklarından yapılacak “nokta atışlarla” PKK militanlarının tek tek veya gruplar halinde “imha edilme”si için yoğun tezahürat yapıyorlar. Askerî ve siyasi imhaya odaklanmış bir “entegre devlet politikası”ndan başka çıkar yol olmadığını telkin ediyorlar. Başarılı da oldular.

Şimdi hükümetin koordinasyonunda ve sorumluluğunda böyle bir politika izleniyor. Bu konseptin gereği olarak, şehirlerde polis ve yargı operasyonlarıyla kitlesel tutuklamalar gerçekleştiriliyor.

PKK’nin mevzilendiği veya gezindiği varsayılan kırsal alanlarda da kıpırdayan her canlıya bomba yağdırılıyor. Bunun iç hukuka ve dahi savaş hukukuna uygun olup olmadığını hiç umursamıyorlar. PKK’lilerin bu şekilde öldürülmesini “normal” sayıyorlar; “Türk kamuoyuna” da bunu böyle kabul ettirmek için her yolu deniyorlar. Bu “oyun”un ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışanları da, karalamalar ve hedef göstermeler yoluyla kuşatmak istiyorlar.

Bu “oyun”un birçok tehlikeli boyutu var; bazılarını tekrar hatırlatalım:


Savaşa daha fazla yatırım yapmak ve imhaya odaklanmak, Kürt sorununu ve PKK meselesini kangrenleştirmekten başka bir sonuç doğurmaz.
PKK’lileri paramparça ederek öldüren her bombalama, Kürt toplumunda yeni yaralar açar. PKK’lilerin kırkarlı ellişerli gruplar halinde imha edilmesini çözüm sananlara ve bilhassa zafer sayanlara, Turgut Uyar’ın şu dizeleri bir şey ifade eder mi acaba?

 

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar...

Topyekûn savaş yaklaşımı, hem sivil yöneticilerde, ama bilhassa güvenlik aygıtının mensuplarında, öldürmeyi bir refleks haline getiriyor. Uludere’deki katliam, şayet planlanmış bir harekât değilse, bu refleksin bir sonucudur. Savaş mantığında ısrar edenler, bu tür “olayları” operasyon hatası veya sineye çekilmesi gereken savaş zayiatı olarak görmek ve göstermek istiyorlar. Lakin bu yolun sonu İsrail’e çıkar; yani devleti İsrailleştirir, Kürt sorununu da Filistinleştirir. İsrail devleti, yıllardır bir “terörist”i bile “imha etmek” için onlarca sivili öldürmekte tereddüt etmiyor. Mavi Marmara gibi bir katliamı bile savunmak için ne bahanelerden medet umuyor! Uluslararası krizi bile göze alarak özür dilememekte inat ediyor. Şimdi hükümet, alsın şu İsrail aynasını eline, baksın kendi yüzüne, ne görecek acaba?

İstihbarat kurumlarını gerçeğin tek kaynağı gibi görerek olayı açıklamaya çalışanlar, katliamın mağdurlarını ve tanıklarını ve de Kürtlere hâkim olan genel algıyı ve duyguyu yok sayıyorlar. Aslında Kürtleri bir kez daha hiçe sayıyorlar. Gelin, Turgut Uyar’a kulak verin lütfen:

 

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

Savaş mantığına dayalı politikalar, daha çok acı ve daha derin bataklık üretmekten başka bir işe yaramıyorlar. Otuz yıllık tecrübe yetmediyse, bari şu taze yara, Uludere katliamı, bir uyarı olsun...