‘Bir ülkede günde ortalama erkekler tarafından 5 kadın öldürülüyorsa bu bir iç savaştır!’

Üç erkek tarafından korkunç bir şekilde katledilen Özgecan Aslan cinayeti bunu bütün çıplaklığı ile bir kez daha gösterdi. Yaşanan bu korkunç cinayet sonrasında kadınlardan doğru başlayan yaygın tepki, eylem ve de protestolar bunu zihinlere kazıdı. İktidarın bütün uzantılarının yanı sıra birçok yapı ve örgütün de kaygı ve de merakla izledikleri tepkiler kendi hızını düşürmeden devam ediyor. Bu kez sade bir tepki değil yaşananlar, kadınlar ciddi bir şekilde söylem ve de eylem hatlarını da gözden geçirdiler. “Bu bir savaştır” diyenler de kadınlar oldu. Evet, bu bir savaştır!

Erkekler tarafından açılmış bir savaş. Yıllardır, on yıllardır, uygulanan bir savaş. Eski Başbakan, şimdinin Cumhurbaşkanı ve başkanlık hayalleri ile her gün durmaksızın söz üreten Tayip Erdoğan ve onun şekillendirdiği AKP iktidarı kadın kimliği üzerinden 13 yıldır erkekliğin bütün hallerini inşa ediyor. Kadına doğurganlık, ev işleri, kocaya sadakat üzerinden en çok söz üreten kişi Tayip Erdoğan oldu. Kadın bedeni, düşüncesi, yaşam tarzı üzerinden üretilen bu söylemler politik hatlarının da önemli bir yanı olageldi. Devletin eğitim, adalet, iş hayatı, sosyal hayat gibi birçok hayati yaşamsal alanlar üzerindeki bütün düzenlemeleri kadını eve, erkeğe hapseden bu zihniyet üzerinden şekillendirildi.

Özgecan’ın cinayeti ile ırkçılığın, milliyetçiliğin, militarizmin, şiddetin her türlüsün erkek egemen sistem tarafında üretildiği bu ülkede bu defa çok farklı alanlardan doğru kadınlar ortak bir tepki verdiler. Politik duruşu, inancı, hayat içindeki yeri birbirinden çok farklı kadın yapı, kurum ve bireyleri birleşti karşı tepki ve de öfkede. Bu ülkede erkekler “sevdikleri”, “âşık oldukları”, “ailelerini düşündükleri”, “namusları” için her gün öldürmeye devam ediyorken bir anda büyük kadın yığınlarını karşılarında buldular. Oysa şimdiye kadar daha kolaydı işleri,  öldürüyorlar, öldürdükten sonra göstermelik davalar ile sokaklara geri dönüyorlar. Çünkü bu ülkede devletin kendisi, iktidarların ta kendisi ve bugün de AKP iktidarı “makbul vatandaş”, “makbul erkeği” tarif ederken; “ailesinin reisi, koruyucu gücü” olarak lanse ediliyor.

Bu ülkenin en tepesindeki erkek, kadınların kaç çocuk doğuracağına, sokakta nasıl yürüyeceğine, nasıl güleceğine biçim veriyor. Bu ülkede hükmet kadınların etek boyunu ölçüyor! Bu ülkede bütün iktidarların büyük çabaları sonucu oluşan “muhafazakâr, milliyetçi, Müslüman makbul erkekler” sokaklarda potansiyel katiller olarak dolaşıyor. En son Mersin’de devletin yetiştirdiği bu üç “makbul erkek” genç bir kadını canice katletti. Baba ve oğul, bir başka biri ile korkunç cinayet işlediler. Bu üç erkekte bu toplumun “makbul” ortalama erkek tipi.

Yaşanan bu cinayet üzerine erkek egemen sistemi mimarları Tayip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerde tepkilerini ifade ettiler. Bunu yapmak zorunda kaldılar. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden başka bir şeyler söylenebilir, ya da CHP içinde kimi insanlar için, ancak CHP de bu ırkçı, militer, faşist sistemin kurucu ve de koruyucusu olmakla övünen bir parti. Bu yanı ile diğer bütün partiler ile aynı yerde durmaktadır. Bu ülkedeki kutsal teklik; “tek millet tek bayrak tek vatan tek devlet” bu dört parti tarafından amansızca korunup kollanmaktadır. Bu politikalara hayat veren de erkeklerin kendileri oldu. Bu durumları değişmeden kadın özgürlüğü için söyledikleri sözlerinin hiçbir anlamı olmayacaktır.

Erkek dili ve kimliği ile üretilen bütün o parti yapı ve de sistem rağmen kadınlar kendi gerçek kurtuluşları için sözlerini söylediler; “kadınlar sokağa, öz savunmaya”. Buradaki öz savunma söylemi kadınlar tarafından ilk kez bu yaygınlık ve de kararlılıkta kullanıldı. Şimdiye kadar böylesi bir ifade yoktu. Bu ifade doğuran iki temel etken var, birincisi; kadınların erkeklerin şiddetini artık bir savaş olarak görmeleri, ikincisi ise; yanı başlarında gelişen Rojava Kadın Devrimi, sonrasında Kobani direnişi. Burada yaşanan şiddeti doğru tanımlamak kadar onunla mücadele de politik hat kurmak da son derece önem kazanmaktadır.

Kobani’de yaşanan savaşın tarafları ile Türkiye’de yaşanan savaşın tarafları aynı düzlem üzerinde durmaktadırlar aslında. DAİŞ çetelerinin hayalini kurdukları yaşam içinde kadın türbana giydirilmiş bir şekilde evin duvarları arkasına “koca”sına biata bırakılmıştır, tıpkı Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın yapmaya çalıştıkları gibi. İkisinde benzer bir kafa yapısı vardır, kadın evine kapanmalı, çocuk yapmalı, ailenin devamını sağlamalı, erkeğinin dizinin dibinde ayrılmamalı. DAİŞ işgal ettiği kentlerde kadınları, çocukları katletmekten geri kalmadı, binlercesini de köle pazarlarında sattı. Bu ortak zihniyetin kadınlar için nasıl bir yaşam öngördüğünü kadınlar gördü, bu kez öfkelerinin bu kadar büyük ve de tepkilerinin devam etmesini ve kadınların kendileri için öz savunma güçleri kurma yaklaşımını buradan doğru okumak mümkün.

Rojava Kadın Devrimi ile başlayan hayat ise bambaşka bir şey söylüyordu. Kobani’nin özgürleşmesini sağlayan kadınlar Kobani’de hayatın yeniden inşası için: "Kadın yaşamın rengidir, kadın neredeyse orada yaşam, moral ve disiplin vardır. Bu anlamda bundan sonra ne olacak sorusu da önemlidir. Değişim mutlaka oldu ve olmaya devam edecek. Kadın evleri, akademileri kurulacak. Bu akademilerde sadece Kobani'li kadınlar değil, Ortadoğulu kadınlar eğitimden geçecek. Geçecek ki kendisini tanısın. Burada bu anlamda bir mücadele başlattık ve mücadelemiz sürecek" kararlığı ile yeni yaşamı inşa ediyorlar. Hem zaferin kazanılmasında hem de yeniden inşa sürecinde belirleyici olan bir etken doğru hat üzerinden kurulan ideolojik perspektiftir. Bu ideolojik politik hat ve de öz savunma örgütlülüğü kadınları yeni bir hayata götürecektir.

Gerçek özgürlük ancak kadın devrimi ile mümkün olacaktır.