“Oruç tutmadığı için dövüldü” türü haberler, bizde bir ramazan geleneğidir.
Tıpkı “güllaç” gibi...
Tıpkı “davul” gibi...
Tıpkı “pide” gibi...
Nasıl ki güllaçsız, pidesiz, davulsuz bir ramazan düşünülemez ise...
“Oruç tutmadığı için dövüldü” türü haberlerin patlatılmadığı bir ramazan da düşünülemez.
* * *
Eskiden, yani dindarların her alanda sıkıştırıldığı günlerde bu tür olaylar karşısında...
“Laik kesim” abartarak saldırma taktiğini, “dindar kesim” ise küçülterek savunmaya geçme taktiğini uygulardı.
O zamanlar...
“Laik kesim”in abartarak saldırmasının da, “dindar kesim”in küçülterek savunmaya geçmesinin de bir gerekçesi vardı:
“Laik kesim” abartarak saldırırdı çünkü “İrtica geliyor” çığlığına malzeme gerekiyordu.
“Dindar kesim” küçülterek savunmaya geçerdi çünkü bu tür haberlerin abartılmasından elde edilecek politik sonuç ortadaydı.
* * *
Ama işte gördüğünüz gibi...
“İrtica geliyor” çığlığını atanlar mutlak mağlup oldu.
“Dindar kesim”, adını “muhafazakâr kesim” olarak değiştirip her şeye egemen oldu.
Artık ortada ne “laik kesim”in “köşeye sıkıştırma” dermanı, ne de “muhafazakâr kesim”in “köşeye sıkıştırılma” tehlikesi var. Yani...
“Muhafazakâr kesim” açısından...
“Oruç tutmadığı için dövüldü” türünden haberleri küçültmenin de, görmezden gelmenin de, “Abartıyorlar canım” demenin de, savunmaya geçmenin de bir anlamı, bir mazereti kalmadı.
* * *
Peki bu durumda...
Muhafazakâr kesimin, “Oruç tutmadığı için dövüldü” haberleri karşısında daha hassas, daha duyarlı, daha dikkatli davranması gerekmez mi?
Muhafazakâr siyasetçilerin, kanaat önderlerinin, yayın organlarının, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, “Sopa zoruyla ibadet olmaz, kendinize gelin” diye haykırması gerekmez mi?
Ekranlardaki ramazan programcılarının, hayali hoşgörü nutukları atmak yerine işi somutlaştırıp “Dinin kurallarına isteyen uyar, isteyen uymaz. Kimse kendisini İslam zabıtası gibi hissetmemeli... Ayıptır” falan demeleri daha hayırlı olmaz mı?
* * *
Kısacası...
Madem her alanda paradigma değişiyor, sessiz bir devrim yaşanıyor ve hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.
Peki neden “oruç tutmayana kötek” alanında da bir değişim yaşanmasın ki?
Karpuzun göbeği soğanın cücüğü
TATİLDEYKEN kesip sakladığım bir haberdi bu:
“Avrupa Birliği’nden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, AK Parti Çekmeköy İlçe Gençlik Kolları Birinci Olağan Kongresi’nde şöyle dedi: Artık karpuzun göbeğini Türkiye’de sadece belli birtakım elit kesimler yemiyor”.
* * *
“Soğanın cücüğü” ile ilgili meşhur bir fıkra vardır.
Yoksul köylüye sormuşlar:
“Çok zengin olursan ne yaparsın?”
Cevap vermiş köylü:
“Hep soğanın cücüğünü yerim”.
Zavallı yoksul köylünün idrak edebildiği tek zenginlik ölçüsü: Soğanın cücüğü.
* * *
Hükümetimizin beyaz Türkler arasına hiç çekinmeden girebilen en Avrupai temsilcisine “soğanın cücüğü” gibi alaturka bir “zenginlik ölçüsü” yakışır mı?
Tabii ki yakışmaz!
Bu nedenle gitmiş soğanın cücüğü, gelmiş karpuzun göbeği...
Böylece...
Hükümetin en “Avrupai” Bakanı Egemen Bağış’ın “ayrıcalıklar dünyası” konusundaki muhayyilesinin soğanın cücüğünden ancak ve ancak karpuzun göbeğine kadar gittiğini, gidebildiğini anlamış bulunduk.
Tarafsız Bölge’den Kemal Burkay izlenimleri
- Kemal Burkay çok nostaljik bir adam: Doğu mitinglerinin rüyasını görüyor, Türkiye İşçi Partisi’ni özlüyor, Mehmet Ali Aybar’lı günleri aklından çıkaramıyor, 1960’larda Tunceli’de avukatlık yaptığı günlerde düzenlediği mitingi unutamıyor...
- En büyük avantajı sükûneti... Kürt sorunu gibi yeryüzünün en yakıcı sorunlarından biri hakkında bir derviş edasıyla konuşmayı başarmak her kula nasip olacak bir şey değil.
- Hırsı yok. Karzai gibi olmak için yanıp tutuşmuyor. Hiçbir şeyi başaramasa ve gidip Tunceli’deki köyüne yerleşse çok daha mutlu olacakmış gibi bir izlenim veriyor. Bir artısı da bu işte...
- Bir nezaket abidesi... Oturuşundan kalkışına, gülümsemesinden ciddiyetine, ses tonundan hitap biçimine karşısındakinde hafiften bir toparlanma hissi uyandırıyor. Saygısıyla saygınlık kazananlardan...
- Ama aynı zamanda inatçı da... İddialarının arkasında durmaktan da, geçmişin hesaplaşmasını yapmaktan da vazgeçmiyor. Bütün bunları “nezaket üstü” bir alan olarak kabul ediyor.
- Bir Kürt romantiği o... Silah seslerinden hazzetmeyen, bombalar yerine kelimeleri patlatan bir romantik. Ama bombaların patladığı bir yerde, kelimelerin duyulmayacağını bilecek kadar da gerçekçi...
- Bir şeyler yapabilir mi? Bir şeyleri başarır mı? Bilmiyorum, bilemiyorum. Bildiğim tek şey şu: Bende sadece ve sadece saygı uyandıran bu eski zaman şairi iyi ki yurduna dönmüş.
Hayat bana güzel
- ÇÜNKÜ: Yalnız kalmaktan hiç çekinmiyorum.
- ÇÜNKÜ: Başladığım bir kitap sarmadıysa fırlatıp atabiliyorum.
- ÇÜNKÜ: Seyretmeye başladığım film berbat çıktıysa hiç çekinmeden sardırıyorum.
- ÇÜNKÜ: Cep telefonuma sadece istediğim zaman cevap veriyorum.
- ÇÜNKÜ: Düşman kazanmaktan da, dost kaybetmekten de zerre kadar çekinmiyorum.
- ÇÜNKÜ: Kişisel gelişimimi, kişisel gelişim kitaplarıyla gerçekleştirmiyorum.
- ÇÜNKÜ: Sıkılma hakkımı sonuna kadar kullanıyorum.
- ÇÜNKÜ: Çaktırmadan kafa bulmanın sonsuz güvenli ve sonsuz rahatlatıcı kollarına atılmaya bayılıyorum.
İki imkân
BİR: Bir sinema filmi için “Gidin, görün, kaçırmayın” falan demek nasıl mümkünse, “Bu berbat filme sakın gitmeyin” demek de o kadar mümkündür.
İKİ: Popüler edebiyat metinleri ortaya koyan ve bu metinlerin tanımını albüm tanıtımı gibi yapan romancılara “Helal olsun, işi biliyor azizim” demek nasıl mümkünse, o romancıya en azından bir Kafka ya da bir Dostoyevski muamelesi yapmamak da o kadar mümkündür.
Yaşar Nuri’nin dönemleri
YAŞAR Nuri Hoca şu dönemlerden geçmiştir:
- BAŞLANGIÇ: Ramazanda tatlı tatlı Mevlânâ, Yunus anlattığı dönem...
- MODERN İMAM: Zorlu bir dini yaşama ayak uyduramayanlara “Yaşasın artık bizim de bir hocamız var” dedirttiği dönem.
- AYŞE ÖZGÜN ŞOV: Klasik İslami anlayışına karşı başkaldırı ve teyzeleri azarlama dönemi.
- KİTAPLAR: Çok satan kitaplar yazma ve sorulara “Kitabımda var, okumuyorsunuz ki” diye cevap verdiği dönem.
- EKRANLAR: Dini konulardaki tartışma programlarının vazgeçilmez yüzü olması ve şöhretin İbrahim Tatlıses seviyesine yükselmesi dönemi.
- MEGOLAMANİ: “Dünya benim peşimde” ve “Kitaplarım 89 dile çevrildi” diye böbürlenme dönemi.
- SİYASET: Önce CHP, sonra parti kurma, ulusalcı tezler falan... En sonunda büyük bir hezimetle siyaset meydanını terk etme dönemi.
- ÇÖKÜŞ: Ailevi tatsız meseleler, eski eşin ifşaatı, boşanma olayı, aldatma iddialarıyla geçen kâbus dönemi.
- VE EN BAŞA DÖNÜŞ: Hoca’nın dönüp dolaşıp en başa gelmesi ve “İslam’da teravih namazı yoktur” diyerek yükseldiği günlere dönüş çabası içine girmesi.