Eskiden Beyazıt Meydanı’nda yapılan İslamcı gösterilerde “Muhammed’in Ordusu / Kâfirlerin Korkusu” diye slogan atılırdı. “İmamın Ordusu” bana hep o sloganı anımsatıyor.

* Dikkat ettim: “İmamın Ordusu” adlı kitabın metnini elinde bulunduranlar, “Hepsini okumadım” ya da “Ancak 20 sayfasını okudum” türü açıklamalar yapıyorlar. “Hepsini sular seller gibi okudum” dediklerinde polis marifetiyle zihinlerinin silinebileceğinden korkuyor olabilirler mi?

* “İmam’ın Ordusu” kitabını bin imzayla yayınlama önerisinde bulunmuştum dünkü yazımda.

Yoğun bir taleple karşılaştım. Umarım usta bir örgütleyici çıkar ortaya... Aydın Engin usta, ne dersin bu hususta?

* Dünkü yazımda “Bin imzayla kitabı yayınlayalım, hepimizi Silivri’ye tıkacak halleri yok ya...” diye bir cümle yazmıştım. Gelen mesajlarda “Bundan o kadar da emin olma...” diyenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. O zaman şöyle diyeyim: “Hepimizi Silivri’ye tıksalar dahi bunu yapalım.”

* Polis ve savcı diyor ki: “İmamın Ordusu kitabının kopyasını teslim etmeyen terörist sayılır.”

Böylesi saçma bir tehdit ve meydan okuma karşısında insanın terörist olası gelmiyor mu?

* Bazıları “Bu işin içinde hükümet yok, bu bir cemaat operasyonu... Aslında hükümet de rahatsız bu işten” diyorlar. Bu konuda bir uyarıda bulunmak istiyorum: Başbakan Tayyip Erdoğan, “Basılmamış kitabı basmak saçmalıktır, olmaz böyle şey” diye gürlemediği müddetçe lütfen bu tür yorumlara itibar etmeyiniz.

* “İmamın Ordusu” kitabının toplatılmasına itiraz edenlere, “Fazla gürültü yapmayın, kitapta yeni bir şey yok” diyenler var. Onlara “Sen bunu git de savcı beye anlat” demek lazım.

* “Fahrenheit 451” filmi, basılı her şeyin yasak olduğu bir geleceği anlatıyordu. Bu film, 28 Şubat döneminde Kanal 7’de defalarca yayınlanmıştı. Yasaklara itiraz olsun diye... Şimdi bu film, yeniden gündemde... Ve bakıyoruz: “Fahrenheit 451”in kitabını, polis tarafından basılan

“İthaki Yayınları” yayınlamış. Tesadüf mü, tevafuk mu? Meşrebinize göre karar verebilirsiniz.

* Biz “Artık bu kadarını da yapmazlar” dedikçe, onlar bal gibi yaptılar. Ne oldu peki? Ne olacak? Biz birkaç gün gürültü patırtı koparttık ve sonra hop gelsin unutuşun nazlı kolları...

Birkaç günlük patırtıya evet ama yetmediği de kesin.

Yaşama sevincimi artıran bazı şeyler

* Nazlı Ilıcak estetik yaptırıyor ya...

* Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak’ın üçüncü sayfasından “basılmamış kitaba baskın” olayına karşı delikanlıca bir duruş sergiliyor ya...

* Güneş açıyor, bahar geliyor ya...

* Yandaş medyada hiç kimse “basılmamış kitaba baskın” olayıyla ilgili tevil etme çabasına girişemiyor ya...

* Genç yönetmenler film çekiyor, yeni bir romancı kuşağı doğuyor ya...

* “İstinyepark’ta gözükmemek” adlı bir duyarlılık dalga dalga yayılıyor ya...

* Canım istemediğinde telefona cevap vermiyorum ya...

* Cem Boyner özgürlük diyor ya...

* Tanju Çolak kendi kalesine gol atıyor ya...

* İstanbul’da yaşıyorum ya...

* Muhalif Suriyeliler, Nişantaşı’nda eylem yapıyorlar ya...

 

İŞTE BUNUN İÇİN YAŞAMA SEVİNCİ KAPLIYOR HER YANIMI...

Endişeden sorumlu Başbakan Yardımcısı

NE zaman vicdanlara sığmayan bir gelişme yaşansa...

Bülent Arınç çıkıyor, “Vicdanıma sığmıyor” diye bir açıklama yapıyor ve biz de “Bravo Arınç’a... İşte budur” diyorduk.

Bir şey söyleyeyim mi?

Ben bu oyundan sıkıldım. Cidden sıkıldım.

¡¡¡

İşte bakın!

“Daha basılmadan basılan kitap” hakkında...

Başbakan Erdoğan, “Hukuk süreci devam ediyor” derken...

Başbakan Yardımcısı Arınç, “Şık değil, fevkalade üzücü, endişe duyuyorum” diye bir açıklama yapmış.

“İyi polis” rolü bir kere tutar, iki kere tutar, üç kere tutar...

Ama bin kere tutmaz.

Ne dalakmış ama

“BU kadar da iftira olmaz” dedim, yalanladım, aldırış eden olmadı.

Kendi hakkımda suç duyurusunda bulundum, kimse tınmadı.

Genelkurmay’a başvurdum, “Askerlik durumunuzla ilgili bir sorun yoktur” diye resmi bir cevap dışında bir şey çıkmadı.

Bu konuyu yazıp çizenleri mahkemeye verdim, bazı davaları kazandım, bazıları devam ediyor.

Bütün bunlara rağmen...

Magazin figürlerinden köşe yazarlarına, siyasetçilerden siyasetçi adaylarına...

Hakkında kalem oynattığım kim varsa...

Azıcık başları sıkıştığında hemen kaleme sarılıp, “Sen askere gitmemek için dalağını aldırdın” diye iftirayı boca ediyorlar.

Mukaddesatçısından lümpenine, 28 Şubatçısından ileri demokrasiciye, Vakitçisinden Sabahçısına, Reha’sından Şamil’ine, ateistinden müminine...

Söz konusu olan Ahmet Hakan olunca, hemen bir “dalak ittifakı” oluşturuveriyorlar.

“Ne dalakmış be” diyorum, başka da bir şey demiyorum.

Kemal Bey’e hiç yakıştıramadım

KEMAL Kılıçdaroğlu demiş ki:

“Her yerin bir kuralı var. Kadınlar başörtüsüyle Meclis Genel Kurulu’na giremez.

Sonra da önerisini dile getirmiş:

“Bir zamanlar MHP’li Nesrin Ünal vardı... Başını açar Genel Kurul’a girerdi. Genel Kurul dışında da başını örterdi. Onun gibi yapsınlar.

¡¡¡

Hiç ama hiç yakıştıramadım Kemal Bey’e bu yaklaşımı.

Şu nedenle:

Her yerde başını örtebilen bir kadın milletvekiline, “Kusura bakma... Meclis Genel Kurulu’nda başını açmak zorundasın” demek, en başta o milletvekilinin kişiliğine ağır bir saldırıdır.

Rızası olmadığı halde, sırf “Devlet istedi” diye başını açan bir insanın kendisine saygısı kalır mı? Kendisine saygısı kalmayan bir insan, nasıl milletvekilliği yapacak?

Hem ne demek “kurallar var”?

Hangi kurallarmış onlar? Kemal Bey bunun cevabını versin.

Hadi diyelim ki böyle bir “kural” var...

Her yerde başını örtebilen bir kadının, Meclis Genel Kurulu’nda başını örtmesini engelleyen kural, saçma bir kural değil mi?

Bu “kural”, değişmez ya da değiştirilmesi teklif dahi edilmez bir kural mıdır?

¡¡¡

Kemal Bey bir karar vermeli artık.

Özgürlükçü mü olacak? Yoksa parti tabanında bir biçimde oluşmuş olan türban alerjisine teslim mi olacak?

“Yarım yasakçılık” da, “yarım özgürlükçülük” de olmaz.

Kemal Bey ya çıkıp “Bizim için türban hâlâ öcüdür” demeli ya da “Biz türbandan korkmuyoruz” demeli.

Ben şahsen “Orada aç / Burada kapa” türü önerilerde bulunan bir Kemal Kılıçdaroğlu görmektense, “Orada da aç / Burada da aç” diyen bir Kemal Kılıçdaroğlu görmeyi tercih ederim.

Çünkü...

“Yarım özgürlükçü” olup idare-i maslahatçı önerilerde bulunmak yerine, “Tam baskıcı” olup yasaktan yana olmak daha mertçe bir tutumdur.

Ne diyor şair?

“Haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın.”