Üniversitelerde iktisat teorisinin nasıl tanımlandığını sanırım herkes hatırlıyordur. Özetle İktisat ; “ihtiyaçlar sonsuz, kaynaklar kıttır, insanlar bencildir, en az çabayla en çok tatmine ulaşmak ister, insanın tek amacı maddi zenginliğini artırmak, başkaları üzerinde egemenlik kurmak, iş bitirici olmak, vb.” diye tanımlanır.

Şimdi arkamıza yaslanıp düşünelim. Gerçekten böyle midir? Her şeyin sonlu olduğu bir dünyada 'ihtiyaçlar' neden sonsuz olsun? Gerçekte ise, insanın ihtiyaçları denilen bir elin beş parmağını geçmez. Beslenme, barınma, giyinme, eğitim, seyahat, iletişim ve nihayet tedavi olma. Hadi (biraz ) konforu da düşünerek eğlenmeyi de ekleyebiliriz.

Kapitalist üretimde üretimin amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, değişim değeri üretmek içindir. Pazar için (değişim değeri) üretimin gerekçesi de kar etmektir. Fakat, kar elde etme hedefi bile nihai hedef değildir. Üretim süreci sonunda elde edilen kar ise yeniden üretime yönlendirilmek durumundadır. Sonuç itibariyle 'üretim için üretim', dolayısıyla sermayenin yeniden üretim biçimini alır. Kapitalist rekabet, sistemin dinamizmini oluştururken, her bireysel kapitalisti de sürekli olarak (tabir yerindeyse) “ileriye doğru” kaçmaya zorlar. Dolayısıyla her bireysel kapitalist ayakta kalabilmek için rekabetçi konumunu korumak ve güçlendirmek zorundadır. Bu amaçla hem emek sömürüsünü derinleştirmek hem de her seferinde daha ileri, yeni teknolojiye sahip olmak durumundadır. Yani sürekli büyümek zorundadır. Aslında bu durumu üretim çılgınlığı olarak tanımlamak mümkündür. Sürekli üretmek zorunda ve ürettiğini de satmak zorunda... Satış olmadan da üretim sürecini çevirmek imkansızdır. Yani satış gerçekleşmeden yola devam etmek olası değil dersek abartmış olmayız. Öyleyse, “sonsuz üretime sonsuz satış” eşlik etmelidir. İşte bu yüzden “ihtiyaçlar sonsuzdur” palavrası üretilmiştir.

Son tahlilde kapitalist üretimin amacı sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi olunca, araçlarla amaçlar yer değiştirip, tersyüz oluyor. Üretim, insan ihtiyaçlarını karşılama hedefinden uzaklaşmış oluyor.

Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve sermayenin genişletilmiş yeniden üretimine dayalı kapitalist sistem, bir ücretli kölelik, ücretli emek sömürüsü sistemidir. Kapitalistin başkalarının emeğini sömürebilmesi, insanların üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan yoksun oldukları durumda mümkündür. Eğer, bazı insanlar üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan yoksunsa, yani kelimenin tam anlamıyla beden ve kafa gücünden başka satacak bir şeyi yoksa, (Marksist literatürde buna proleterleşme denir) yaşamlarını sürdürmenin tek yolu kalmıştır; Hem üretim hem de tüketim araçlarının özel mülkiyetine sahip olanlara emeğini satmak. Ancak emeğini satarak aç kalmaktan, ölmekten kurtulabilir. Sonuçta yaşamı kapitalistin onun emeğini kullanmasına bağlı hale gelmiş demektir. Toplumda çoğunluğun yaşamını sürdürebilmek için emeğini satmak zorunda olması demek, insan emeğinin de piyasada herhangi bir mal gibi alınıp, satılması, yani metalaşması demektir. Açıkçası kapitalist sistemde işçinin emeği bir meta haline dönüşüyor ve herhangi başka bir mal gibi işlem görmüş oluyor.

 Üretimin normal olarak insanların ihtiyacını karşılamak için, toplum yararı için yapılması gerekirken, kapitalizmle birlikte bu ilişki tersine dönüyor ve toplum ekonominin hizmetine giriyor. Kapitalist büyümenin her ileri aşaması yoksulluğun derinleşmesi soncunu doğurduğu halde, bu durum iktisat bilimi tarafından yok sayılır veya görmezden gelinir. Anlı şanlı burjuva iktisatçıları uzun vadede “damlama” diye tanımladıkları yöntemle refahın diğer toplumsal tabakalara da yansıyacağını ileri sürerler. Söylenen şudur; Başlangıçta büyüme, gelir dağılımını bozup yoksulluk yaratsa da uzun vadede büyümeden toplumun geri kalanı da yararlanacaktır. Yani “damlama” etkisiyle uzun vadede refah yaygınlaşacaktır.

Bilindiği gibi prekapitalist (kapitalizm öncesi) dönemde üretim ihtiyacın bir fonksiyonu olarak ortaya çıkardı. Toplum önce neye ihtiyacı olduğunu saptar ve ihtiyaç kadar üretim yapılırdı. Üretimin amacı doğrudan ihtiyaçları karşılamak olduğu sürece, insanların aç kalması ya da zenginlik yoksulluk uçurumunun devasa boyutta ortaya çıkması söz konusu olmazdı. Oysa, üretimin amacının ihtiyaçlardan “bağımsızlaştığı” kapitalist toplumda, zenginlik adı altında yoksulluk üretilmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla kapitalist büyüme, çözmek durumunda olduğu sorunları sürekli olarak büyütmek durumundadır...

Sömürü sisteminin devamı insanların daha çok yoksullaşması bu sistemin en belirgin özelliğidir. Kapitalizmin geçerli olduğu bir dünyada zengin ve zenginlik üretmenin biricik yolu yoksul, yoksulluk ve sefalet üretmekten geçer. Sadece bu kadar da değil, aynı zamanda doğal çevre tahribatı da kapitalizmin doğası gereğidir... Başka türlüsü asla mümkün değildir. Bu yüzden ekonomik büyümeyle, kalkınmayla işsizliğin, yoksulluğun, sefaletin üstesinden gelineceği düşüncesi veya inancı, beklentisi abesle iştigalden başka bir şey değildir. Zira kapitalizm koşullarında söz konusu olan sermayenin genişletilmiş ölçekte büyümesidir. Bunun da büyüyen kapitalistlerden başka kimseye faydası yoktur. Gerçek böyleyken burjuva ideolojisi, özellikle de onun başlıca bileşeni olan ve üniversitelerde “saf “ bilim diye okutulan İktisat (ekonomi) öyle bir inancı yaymakla, insanların bilincini çarpıtmakla meşguldür.

Sonuç olarak, amacımız bir yazıda kapitalist toplum yapısını detaylı analiz etmek değil elbette. Ancak insan terennüm edemeden de duramıyor. Üniversitelerde yıllardır öğretilen en önemli yalanlardan biri de yukarıda değindiğimiz gibi insanların ihtiyaçlarının “sonsuzluğu”dur. Oysa, asıl amaç kapitalistin daha çok kar elde etmek için sonsuz olarak ürettiği emtianın satılmasıdır. Böylelikle sonsuzluk algısının insanlarda, ihtiyaçlarının sonsuzluğu şeklinde uyumlaştırılması çabasıdır.

İktisat ulamasının işleviyle Ortaçağ'da üçüncü sınıf papazların işlevi arasında tam bir uyumluluk kurmak mümkündür. Çünkü, işlevleri aynı: Mistifikasyon yaratmak, kafaları bulandırmak, şeylerin, toplumsal olguların ve süreçlerin anlaşılmasının ve aşılmasının önünü kesmek. Elbette misyonları ve işlevleri başkalarının kafasını bulandırmak olanların, kendi kafalarının da bulanık olması işin doğası gereğidir.” ( Fikret Başkaya, Çöküş. Yordam Yayınları sayfa 209.)