Dün İstanbul Beşiktaş’ta kamuoyunda poşu davası diye bilinen Cihan Kırmızıgül davasının yedinci duruşması vardı. Dün aynı zamanda 28 sanığın yargılandığı Hopa protestosu davasının ilk duruşması da görüldü.
Toplumsal muhalefet uzun süredir mahkeme binaları önünde toplanıp, tutuklu yargılanan gazeteciler, öğrenciler için destek eylemi yapmaya indirgenmiş durumda.
Hopa aslında HES’lerle ilgiliydi. Artık HES’leri tartışmıyoruz bile. Onun yerine HES’leri protesto eden öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesine tepki verenlerin tutukluluklarına karşı eylem yapıyoruz.
Metin Lokumcu’nun nasıl ya da neden öldüğünü değil onun ölümünü protesto edenlerin tutukluluğunu tartışıyoruz. Ankara’daki Hopa protestosunda kalçası kırılan Halkevleri üyesi Dilşat Aktaş’ın bir bacağının kısalmasının hesabını sormuyoruz, acaba Aktaş mahkûm olur mu onun kaygısındayız. Yakalanırken darp edilen ve bu darp Adli Tıp raporunda belirtilmiş Cihan Kırmızıgül’ün gördüğü muameleyi değil, Kırmızıgül’ün bitmeyen tutukluluğunu tartışıyoruz.
Muhalefet bir duvar dibine sıkıştırılmış haldedir. Muhalefete muhalefet ettiği konular unutturulmuş, herkes hapishane dışında kalma hakkının peşine düşmüştür. 

Tutukluluk dalgaları ne işe yarıyor
Zannederim son dönemlerdeki tutukluluk dalgalarının ne işe yaradığına biraz da bu açıdan yaklaşmak gerek. En ufak eylemde terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla aylarca içeride kalabileceğini bilen hangi öğrenci tepkisini göstermeye cesaret edebilir? Tüm enerjilerini içerideki arkadaşlarının durumunu anlatmaya harcayan öğrenciler siyasi ve toplumsal taleplerini nasıl savunabilir?
2006 senesinde Paris’te öğrenciydim. O dönemin hükümetinin gençlere özel olarak getirmeye çalıştığı bir iş sözleşmesine karşı çok büyük bir öğrenci hareketi başladı. Sorbonne Üniversitesi işgal edildi. On binlerce lise ve üniversite öğrencisi sokaklara döküldü. Zaman zaman şehrin en büyük bulvarları öğrenciler tarafından işgal edildi. Polis, meşhur Sorbonne meydanını aylarca barikatlarla kapattı.
Kimse terör örgütü üyesi olmaktan yargılanmadı. Eninde sonunda da hükümet öğrenci hareketinin ve onlara destek veren siyasi partilerle sendikaların baskısına dayanamayıp bahsettiğim iş sözleşmesinden vazgeçti.
Bizdeki uygulamalar Avrupa’da olsa, Fransa’da, İngiltere’de, Yunanistan’da dışarıda öğrenci kalmaz.
Siyaset sadece Meclis’te çoğunluğu elinizde tuttuğunuz komisyonlarda ya da genel kurulda gerçekleşen resmi, bürokratik bir iş değildir. Fransa’da hükümetin kararını geri aldıran öğrenci eylemleri gibi siyaset sokakta da yapılır.  Fransa’da öğrenci sendikaları on binlerce öğrenci adına hareket eder. Bizde öğrencilerin kurduğu DİSK’e bağlı Genç-Sen’i kapatmak için dava üzerine dava açılır. 

Her muhalif gruptan bir terör örgütü
İleri demokrasi, her muhalif gruptan bir terör örgütü çıkartmak mıdır?  
Neyse dönelim poşu davasına.. Kırmızıgül’ün avukatı soruşturmanın genişletilmesini istedi. Olay yerindeki kamera kayıtları da dahil eksik kalan birçok unsurun soruşturulmasını istedi. Reddedildi. Reddedilince de bu koşullarda avukatlık yapamayacağını söyleyip istifa etti. Bir sonraki duruşma 23 Mart’ta.
Hopa duruşması ise bu yazı yazılırken henüz sonuçlanmamıştı.  
Bu kadar baskı iktidarı elinde tutanların işine yarıyor gibi görünebilir. Onlara öyle gelebilir ve bir süre işlerine yarar da. Fakat tüm bu baskılar absürdleştiği her noktada meşruiyetlerini de zedeler.
Öğrencilere, gazetecilere böylesine baskı yapıp da uluslararası saygınlığını koruyan bir iktidar gösterebilir misiniz? İlk ödeyeceğiniz bedel işte budur.