ABD’nin uyguladığı ve uygulattığı ağır ekonomik yaptırımlar, Kovit 19 salgını öncesinde bazı ülkeleri zor durumda bırakmıştı. Bütün dünyayı etkisi altına alan salgın sonrasında da ambargoya dair değişen bir şey yok. Venezüella’nın koronavirüsle mücadelede kullanmak üzere, 5 Milyar dolarlık kredi talebi IMF tarafından reddedildi. İnsani ve hayati gerekçelerin siyasal ve ekonomik bahanelerin önüne geçemeyişi kapitalizmin vahşi yüzünü daha görünür kıldı.

İran koronavirüs salgınıyla mücadele için sağlık malzemeleri ithal etmek istiyor, ABD ve destekçileri buna izin vermiyor. İnsanların hayatiyeti yine hiçe sayılıyor. Siyasi ve ekonomik gerekçeler yine insani değerlerin önüne geçiyor. Sadece sağlık malzemeleri alımı için de olsa ambargo hafifletilmiyor veya kaldırılmıyor.

Çin’de salgın başladığında, Çin ile sınırlı kalacağı yanılgısı içinde olduğu görülen ABD, Ticaret Bakanı Wilburr Ross İle dile gelerek: “Bu salgın Amerikan ekonomisine yarayacak. İstihdam Kuzey Amerika’ya geri dönecek” diyor (Sputnik 30.01.2020).

Planlanan şekliyle belki de, kendilerine bulaşmayacağı mı düşünülmüştü? Bilemiyoruz. Verilen ipuçları kirlilik içeriyor.

Hem uygulanan ambargoları kaldırmamak hem de bu trajediden kârlı çıkmayı planlamanın utanmazlığıyla beklenti içinde olmak, kapitalizmin ruhsuzluğu ve çıkar odaklı oluşudur.

Hastalık psikolojisiyle evlere kapananlar, karantinaya alınanlar, medyadan duyulanların yarattığı travmalar varken, ölüm korkusu her yanı sarmışken; kasalarını doldurmayı planlayan ülkelerin ve ceplerini doldurmayı düşünen esnafın insanlıkla elbette alakası yoktur.

İlaç ve personelin yetersiz olduğu bir salgın ortamında, bütün otelleri, okulları ve öğrenci yurtları hastaneye dönüştürülse bile bu sadece hastaları tecride almaktan öteye anlam taşımaz. İlaç, tıbbi malzeme ve sağlık personellerinin yeterli sayıda olmasıyla hastalara tedavi uygulanabilir. Bu da uluslararası dayanışmayla sağlanabilir. Hal böyleyken ambargoların taşıdığı anlam bencilliktir, kapitalist sömürü düzenidir.

Bizler bu satırları okurken, Kovit 19 aşısını satışa hazırlamış, hastalığın seyrinin düşmeye başlamasını ve paniğin zirve yapmasını bekleyenler, bizlere kıs kıs gülmekteler.

Böylesi kırılma dönemleri çok olmuştur: Savaşlar, kıtlıklar, ekonomik çöküşler, ve hatta bir bölgenin veya ülkenin yüksek refah düzeyine ulaşmış olma durumlarının dünya düzenlerinin üzerinde etkili olduğu görülmüştür. Kovit 19 salgını dolayısıyla ilk kez sağlık merkezli bir sorundan dünya düzeninin çarpıklığı gün yüzüne çıkmış oldu. İnsanları canlarıyla tehdit ederek, yok olma korkusu yaşatarak… Bu korku düzenin değişmesini dile getirmeye yetmelidir. Çarpık düzenin ortaya çıkmasının insanlarda yaratacağı güç birliği, bu düzenin, tepe taklak alaşağı etmeye yetmeli, artmalı bile.

Parası olmayanın en asgari dezenfektan olduğu söylenen kolonyayı bile alamaması ne garip. Hayatı boyunca vergi verip, yeri geldiğinde canını verdiği ve çeşitli hizmetlerde bulunduğu ülkenin boş kasalarla kendisini karşılamasına ne demeli. Propaganda dönemlerinde adaletten, haktan, hukuktan, sosyal devletten, refahtan söz edenlerin hukuk, adalet ve refah anlayışı görülmüştü. Şimdi de sosyal devlet anlayışlarını gördük: işsizliğe, fakirliğe, çaresizliğe ve paniğe karşı sosyal devlet ilkesine göre işletilecek bir program yok. Çünkü para yok. Seçim dönemlerinde saçılan paralar akla gelmiyor mu? İnsanların düşürüldüğü bu garip ve trajik halden bihaber olmalarını sağlamak, siyaseten ne büyük başarı (!)… Muhtaç vatandaş için çok büyük ancak, bir devletin bütün vatandaşları için harcayacağını açıkladığı paranın büyüklüğü yerelde yorar bizi. Diğer ulusların aynı hizmet için ayırdığı para ile karşılaştırınca kıvanç duyulacak hiçbir şeyin olmadığı, güven duygularının göçmen kuşlar gibi uzaklaştığı fark ediliyor. Ama fukara vatandaş, yerel paranın uluslararası paraya çevirilince kuşa döndüğünü fark edemiyor.

Ne dinin, ne vicdanın engel olamadığı çarpık düzene mecbur bırakılan insanlık, kapitalizmin tuzağına düşüverdi. Buradan kurtulabiliriz. Yeni bir dünya düzeni mümkün… Kapitalizmi dışarıda tutan bir modeli düşlerken, adı başka, sömürenlerinin aynı olduğu oyunlar defalarca oynandı. Uzay, robot, iletişim ve gen teknolojileri bu kadar gelişmiş iken, sosyal bilimlerde çok mu geride insanoğlu? Ya da söz konusu teknolojileri ellerinde bulunduranlarla sosyal bilimlerdeki ilerlemeleri ellerinde bulunduranlar aynı güçler mi? Sosyal bilimlerde güçlü olmayı, ekonomik gelişmişlik mi kontrol ediyor? Öyleyse vay halimize… Sosyal bilimlerle, yöneticilere ve yönetim şekillerine göre insan yetiştirmenin önüne geçilemezse, koyun gibi güdülmekten hiçbir zaman kurtulamayacağız.

Sadece seçilen temsilcilerin değil, topyekûn bilinçlenmedikçe; böylesi kırılgan geçiş dönemlerinden hemen sonra, doğrudan demokrasi uygulanmadıkça, insanlık aydınlığa çıkamaz. Dönüp dolaşıp emperyalizmin gönüllü köleleri halinde çalışıp, didinip aç kalırız.

Bugün yaşamakta olduğumuz küreselleşme, emperyalizmin bütün dünyayı tek elde toplayıp sömürme amaçlı olduğunu fark ettik mi?

Herkes kendi kaynaklarını kendisi işletip, kendi ihtiyaçlarını kendisi giderince, emperyalistlerin silah baronları, enerji ve besin patronları iş yapamaz olacaktı. Herkes barış amaçlı ya da emperyalistlerde olduğu gibi savaş amaçlı nükleer enerjiye sahip olsaydı, bugün İran’a, Venezüella’ya ambargo uygulanamayacaktı. Uluslararası şirketlerin ekonomileri canlandıracağı yalanına inanılmasaydı, hiçbir ülke emperyalistlere muhtaç olmayacak ve ambargo yemeyecekti. Bizim temel ihtiyaçlarımızı sağlayan fabrikalar satılmazdı, yabancı sermaye yalanına inanılmasaydı. Temel ihtiyaçlarımızı sağlayan ülkelerle derin krizlere girildiğinde hangi küresel düzen ihtiyaçlarımızı sağlayabilir.

Memlekette McDonald’s olmasa da rahat yaşarız. Ama kâğıdı, şekeri, tahılı, bakliyatı, motoru ve her türlü taşıtı dışarıdan alıyorsak, er geç rahatımız bozulacaktır.

Ülkesinde halkının ihtiyacı olan bir ürünü dilediği kadar yetiştiremez hale gelmiş olmak, meselenin sadece İran ve Venezüella ile sınırlı olmadığını gösterir. Gizli ambargolu bu ülkelerin geleceği yeni bir düzenle değişir. Bu düzen bir ülke veya bir bölgeyle sınırlı olmayacaktır.

Yeni bir dünya düzenine doğru, doğrudan demokrasiyle insanlığın huzura kavuşabileceğine inanan insanların duyarlılık kazandığına olan umut daha da güçlenmiştir.