24 Ocak 2020 günü saat 20.55’te Elazığ’ın Sivrice ilçesi merkezli, 6,8 şiddetinde bir deprem oldu. Deprem çevre illerde de hissedildi. Ancak Elazığ ve Malatya illerinde, 41 kişi çöken bina enkazlarında can verilerken, binlerce bina ya çöktü ya oturulmayacak derecede hasar gördü. Yüzlerce yaralı vardı. Ölen veya yaralanan hayvanlar önemsenmediğinden olacak ki, hâlâ sayısını belirten olmadı.

Çoğu siyasi rant uğruna deprem bölgesini ziyaret eden siyasetçi, deprem çalışmalarını yerinde görmek için gittiyse de çalışmaların ağırlaşmasına sebep olmadıklarını söylemek güç.

Depremin olduğu gecede, Kızılay Genel Başkanlığı vatandaşların SMS yoluyla onar lira para bağışında bulunulmasını talep etti. Halkın bu bağış talebine yoğun bir şekilde tepki vermesiyle, bağış talebi sosyal medya üzerinden kaldırıldı. Tepkinin sebebiyse, 1999 Gölcük depreminden sonra toplanan ‘deprem paralarının amacına uygun kullanılmadığı’ şüphesinin uyandırdığı güvensizlikten kaynaklanmaktaydı.

Depremden bir ya da iki gün sonra, Ankara’ya doğalgaz sağlayan Başkentgaz’ın 8 milyon dolarlık bir parayı Kızılay başkanlığına şartlı olarak bağışladığı duyuldu (bağış 2018’de yapılmış). Şart, bu 8 milyon doların, 75 bin doları Kızılay’ın olacak, kalan 7 milyon 925 bin dolar ise Ensar Vakfı’na verilmesi yönündedir. İş burada da bitmiyor. Bu 7 milyon 925 bin dolarlık dolaylı yolardan gelen bağış, Ensar Vakfı’ndan Turgev Vakfına aktarılacaktır. Ensar Vakfı paranın ABD’ne aktarıldığını söylüyor, bu dolambaçlı para trafiğinin peşini bırakmayanlar, paranın ABD’ye gitmediğini söylüyorlar. Söz konusu kurumlardan hiçbirinin buraya kadar söz edilenlere itirazı yoktur. Bütün iddialar belgeli. Kesinleşmeyen tek konu ise paranın (7 milyon 925 bin doların) ABD’ ye gidip gitmediğidir.

Kızılay’ın bu para trafiğinde yer alması, vergi kaçırmaya yardımcı olduğu açısından eleştirilmektedir. Bağış yapan kurumun bağışı doğrudan Ensar vakfına yapmadığının altında ne olduğu şüphesi hiç kuşkusuz herkesi düşündürmektedir.

TURGEV Vakfı, ABD’de bir gökdelen yapmaktadır. Kurum kurum dolaşarak gittiği/gitmediği söylenen para, dünyanın en pahalı lokasyonlarından Manhattan’da ultra lüks süper yurt inşaatı için kullanılacaktır. Süper yurdun maliyeti, dudak uçuklatıcı olduğundan olsa gerek, açıklanmıyor. Gökdelenin öğrenci yurdu olacağı ileri sürülmektedir. Haber bültenlerinde verilen görsellerde gördüğümüz kadarıyla, inşaatı yarıda olan bina, şehir merkezinin göbeğinde ve iki caddeye bakan bir köşe başı. Yurt için harcanacak bir konum olamayacağı hususunda şüpheler de dillendirilmektedir. Hedef yirmi iki kat.

Şehrin göbeğinde, en pahalı yerde yurdun ne işi var, öğrencinin ne işi var? Vakıf, böylesine uçuk fiyatların olduğu bir merkezde bir yurt yapacağına, daha mütevazı bir yerde beş yurt yapabilirdi. Yine söz konusu pahalı bu şehirde okutulacak yüz öğrencidense, beş yüz öğrenci okutmayı tercih edebilirlerdi. Yoksa onlar da, ‘itibardan tasarruf olmaz’ mı diyorlar.

Bu binanın yurt olmayacağını ve paranın oraya gitmediğini ileri sürenler, paraların mecburen bundan sonra ABD’ye gönderileceğini iddia etmekteler. Parayı gönderenlerin, dolaştıranların, alanların birbirleriyle yakın ilişkileri olduğu ise herkesçe bilinmektedir.

Yurdunda beyin göçünü durduramayan bir yönetimin, ABD’de yurt yapması, kaçan beyinleri toplama ütopyasıyla gizliliğe bürünmüş olması yüksek ihtimal. Bu da başka bir yazıya kalsın.

Ancak bu konularda daha fazla konuşabilmek için dokunulmazlığa sahip olmak gerekiyor. O da bizde yok.

****

İlkokul birinci sınıftan beri Kızılay isimli şiirler ezberleyen bir nesil, bu süreçte bu kurumla ilgili duyduklarının, ezberlediği şiirlerle hiç uyuşmadığını fark ediyordu.

Kızılay kulübü kurmak, eğitsel bir çalışmaydı ve zorunluydu. Kızılay haftasında il veya ilçe merkezlerindeki Kızılay başkanlıklarından gönderilen Kızılay pulları para karşılığı öğrencilere satılırdı. Ya da sarı zarflar dağıtırlardı. Öğrenciler o paraları zarflara koyar zarfın ağzını kapatır ve öğretmenine teslim ederdi.

Kimi zaman öğrencilere bu paraların nerelerde kullanılacağı hakkında bilgiler verirken, yangın, sel, deprem, heyelan vb. görseller eşliğinde anlatmak zorunda kalırdık. Öğrencilerin saf ve temiz yürekleri öylesine etkilenirdi ki, hüngür hüngür ağlayanlar olurdu. ‘şimdi nerede uyuyorlar?’ diye soranlar; ‘kim onlara yemek veriyor?’ diyenler, olurdu. Bir sonraki yıl aynı öğrencilerin hemen hemen hepsi, Kızılay Kulübüne üye olmak için birbirleriyle yarışırlardı.

Son yıllarda, yine Kızılay kulübünün yaptığı bir etkinlik sonrası toplanan paraların Kızılay başkanlığına gönderilmesi gerekiyordu. Herkes parayı getirip ilgili öğretmene teslim ederken, öğretmenlerden ikisi, görevli öğretmene, dört adet fatura teslim etmişti. Sonuçta öğretmelerin söyledikleri şu: ‘Oraya gidecek de ne olacak. Fakirlere, yaşlılara, kimsesizlere bu güne kadar………’ şeklinde başlayan, güvensizlik dolu, sitem dolu serzenişler vardı. Peki faturalarda ne vardı: üç faturada, muhtaç öğrencilere kaban ve ayakkabı, bir faturada da sınıfın ihtiyaçları. Bizi çok düşündürdü de kimleri utandırası..!?

Güven önemlidir. O güveni kurumlara kaybettirenler, kurumları yönetenler, kurumun çalışanları ve sıkı fıkı oldukları herkestir. Söz konusu kurumla ilgili güvenin azalmaya başladığı uzun zamandır bilinmekteydi. Halk bilmekteydi. Şimdi su yüzüne çıkmış bir hal aldı sadece. Bari şimdi tedbir alınsın.

Kişilerin istifa etmesinin, zihinlerdeki kötü izlenimin silinmesine yeteceğine inanmıyorum. Yeni bir isim ve Japonya’dan ithal bir kurulla yeniden yapılanma, bağımsız ve çiftlikleşmeyen güçlü bir yardım kuruluşunu faaliyete geçirmek mümkün.

Güven bitince insan da bitti.