Demokrasi bu mu gerçekten… Belki de hangi fraksiyona bağlı olduğumuz önemli.

Seçim yapmak, yöneticilerin halk tarafından seçilmesi, tamam da… Adayların, rakiplerini kötülemek, iftiralar ve yalanlar icat etmek, geçmişini sorgulamak, ailevi meselelerini deşifre etmek, yakınlarının suç ve günahlarını kendilerine yüklemek, rencide etmek; hangi demokraside, demokrasinin neresinde…

Gücü elinde bulunduranların, bu gücünü halktan aldığına inanılır. Demokrasi öyle buyurur ya… Ama demokratik bir seçimle başa gelen halk adamı, bir anda dönüş yapar, beldenin, köyün, kasabanın, şehrin ya da ülkenin sahibi olmaya başlar. Kendinden başka hiç kimsenin artık orayı yönetemeyeceğini, kendisi olmazsa köyün, kasabanın, mahallenin, şehirlerin ve ülkenin elden gideceğine inanması hangi mantıkla dillendirilir: halkın aptal olduğu varsayılarak mı?

Beş yılda böylesine sahiplenme duygusu yaratan şey ne ki?

Seçim sürecinde hizmetkârlarımız olan bu adayların, seçildikten sonra efendilerimiz olmalarını sağlayan bir demokrasi anlayışı, sanırım sadece bizde var.

Halkın seçkin yöneticisi, halk adına, halk için iş yaptığını unutur kısa sürede. Akrabanın, oğlun, kızın, eşin, şakşakçının, yalakanın adamı olmakla mesaiye başlar. Yoksa nasıl döner bu çark.

Mahalli gazetenin 300-500 satmasına bile bakmadan, lehine haber yapmaları için baskı uygulamanın demokrasinin hangi kuralını uygulamaktır. Bari ulusal gazetelere uygulat rakibe karşı sansürünü(!). Hani o çok okunan gazetelere: iki milyon, üç milyon satan gazetelere. Neyse ki, öyle çok satan gazetelerimiz yok. Milyon tirajlı gazetelerimiz olsaydı da, baskı uygulasaydınız. Gazeteleri o tirajlara getiren okuyucu kitlesi, baskıları bugünkü gibi kuzu kuzu kabullenir miydi, şüpheli. Onun hesabı da mutlaka yapılmıştır.

Sadece manşetlere ve spor sayfalarına bakan bir okur kitlesine, yalan haberleri yutturmak kolay. Bunun da hesabı yapılmıştır.

Kuyruklu kuyruklu yalanların savunulur olmasının, pişkinlikle tarifi mümkün. Paraya tapınan bir toplum yaratınca, diğer her türlü yol mubahtır artık. Din, namus, vatan, millet, ezan, ecdat, hukuk, adalet, sevgi…

Biz, nerede yanlış yaptık demeden geçemeyiz.

Bir idrak meselesi... Kendini vazgeçilmez sananların doldurduğu mezarlıkların bir anlamı olmalı.

Doğru bildiklerinin yanlış olabileceğini düşünemediğin için, bildiklerinin fanatiği olmuş olabileceğin, hiç aklına gelmez zaten. Başını kaldır, tüm inandıklarından ibaret bulanık sudan çık artık. Bir de etrafına bak. İnsanların nelere inandıklarını gör. Sadece senin inancın değil iyiliği güzelliği savunan. Sen inanç deryasında bir damla değil, bir su molekülü bile olamazken; kışkırtmalarınla yitenler var. Bırakacağın mirasın, fesatlık olmamasına dikkat et.

Görünen ne?

Demokrasilerde, eşitlik, özgürlük, milli egemenlik, çoğulculuk ve temel hak ve hürriyetlerin güvenliği; olmazsa olmaz şartlardır. Bu şartlar seçim sürecinde de geçerlidir. Yanlış anlamışlık var gibi. Özellikle seçim dönemlerinde sanki “demokrasi olsun mu, olmasın mı?” seçimi yapılıyormuş gibi, demokrasinin ayaklar altına alınması utanç verici.

Medyanın, “parayı veren düdüğü çalar” halini beğenmezdik eskiden. Şimdi para kâr etmiyor artık. Güçlüden yanaysan paranın ne önemi var. Zaten birlikte yürüyorsundur.

Eşitlik, eşit şartlarda propaganda yapmayı da, eşit şartlarda ve özgürce düşüncelerini açıklamayı da kapsar. Ve seçim dönemlerinde de…

· Sandık başlarında jandarma ve polislerin beklemediği seçimler…

· Her adayın özgürce propaganda yapabildiği seçimler…

· Lider görünümündekilerin temiz bir dil kullandığı seçimler…

· Hiçbir afişin, hiçbir amblemin yırtılmadığı, karalanmadığı seçimler…

· Halkın birbirine kışkırtılmadığı, kin ve nefretin sıradanlaşmadığı seçimler…

· Verilen oyların güvenliğinden endişe edilmeyen seçimler…

Ya da,

o Yöneticilerin değil de, manevi değerlerin, dini inançların seçiminin yapıldığı seçimler…

o Ben seçilinceye kadar devam edilmesi gereken seçimler…

o “Biz bitti demeden” bitmeyen seçimler…

Tercih bizim. Top yekûn bizim.

Önce içimizdeki, “cahillerin ferasetine güvenen” cahillerin cehaletini gidermeliyiz. Zor ama en önemli görevimizdir. Sonra demokrasinin cahil cühelayla yürümeyeceğine insanlarımızı inandırıp, aydınlanmaya başlayacağız.

Hayatta hepimizin bazı ön yargıları olmuştur. O ön yargılarımızdan kurtulduktan sonra, geçmişteki ön yargılarımızdan kaynaklı hatalara üzülürüz de utanır, gülemeyiz bile. İnsanlarımız bu ön yargıyı kıramayıp, hala ilk duyduklarına inanmayla gelen fanatikliği devam ettirmekteler: ekmek almaya giderken de, ibadete giderken de, seçime giderken de; savaş hâli.

Bizim bu halimizi tespit edenlerin işi o kadar kolaylaşır ki: Sadece bizi kendilerine inandırmaları yetiyor. Tuttuğumuz futbol takımının yanında dinimiz, onun yanında mezhebimiz, onun yanında; artık asla terk etmeyeceğimiz bir siyasi parti ve parti lideri.

Ve siyasi partiler öyle büyük çalışmalar yaparlar ki, tuttuğunuz takımı da kapsar, dininizi de mezhebinizi de. Çağdaş ve komplike bu çalışmalarla, Allah Allah derken, gözünüzü bir açarsınız ki, Viyana kapılarındasınız.