Eşitsizlik kapitalist sistemin en yapısal özelliği olup, sistem içerisinde kalındığı sürece de çözümü mümkün değildir. Son yıllarda uygulanmakta olan neoliberal politikalar ve özelleştirme programları eşitsizliği olağanüstü artırmıştır.

Ekonomik veriler açısından bakıldığında durum daha somutlaşmaktadır. 'Dünya Eşitsizlik Raporu 2018'e göre Türkiye'de gelir adaletsizliğinde 2007'nin bir kırılma noktası olduğu görülmektedir. Bu tarihten itibaren en zengin yüzde 1'in vergi öncesi gelirdeki payının yükselişe geçerek 2016'da yüzde 23, 4'e ulaştığı, yoksul yüzde 50'lik dilimin gelirdeki payının düşerek yüzde 14, 6'da kaldığı görülmektedir. Diğer ifade ile, en zengin yüzde 1'in kişi başına geliri, yoksul olan yüzde 50'lik dilimin 80 katına ulaşmıştır.' (Hayri Kozanoğlu, ''Ekonomide tek ölçüt büyüme mi?'' BirGün, 19/12/2017 )

Sömürünün derinleşmesi, mülksüzleşenlerin artması, eşitsizliğin devasa yaygınlaşması kapitalist sistemin varlık nedenidir. Büyük Usta Karl Marx bunu şöyle tanımlar. ''Emek araçları, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin tekelindedir. Kapitalist üretim tarzı, yığınlar, yalnızca üretimin kişisel koşulu emek gücüne sahip bulunurken, üretimin maddi koşullarının sermaye ya da toprak mülkiyeti biçiminde emekçi- olmayanların elinde bulunması olgusuna dayanır.''

Özellikle 1980 yılından bu yana dünya genelinde özelleştirmelerin arttığı ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı koyabilecek mücadele alanlarının daraldığı göz önüne alındığında bu somut gerçeklilik daha belirgindir.

Özelleştirmeyi hükümetler, kamunun küçültülmesi ve tasfiyesini 'hantal, verimsiz' diye kamuoyunu yanıltarak gerçekleştirebildiler. Böylelikle kamu hizmetleri metalaştırıldı ve kamu malları özel sektöre yok pahasına satıldı. Söz konusu özelleştirmeler sonucu yoğunlaşan sermaye birikimi sınıfsal eşitsizliği daha da derinleştirmiş, işçi sınıfı ve diğer tüm emekçi kesimlerin yoksulluğunu aynı ölçüde artırmıştır. Bu durum hayatı çekilmez hale getirmekle beraber, ezilen tüm kesimlerin sınıf, hak ve menfaatleri çerçevesinde birleşik siyasal ideolojik mücadeleyi her zamankinden daha gerekli hale getirmiştir. Bütün sömürülen sınıfların, yoksulların ve mülksüzlerin belirli hak ve adalet talepleri amacıyla büyük bir ittifak kurması, özel sektöre devredilen kamu varlıklarının emekçilerin kontrol ve denetimine geçmesi hayati önem taşımaktadır. Bu taleplerin halk tabakalarına ulaşmasında ve kitlelerin meşru talepler etrafında örgütlenmesinde siyasi 'ortak çerçeveler' oluşturulmak zorundadır.

Sömürü sisteminin acımasız şekilde devam etmesi işsizliği sürekli artırmaktadır. İşsizlik, artan hayat pahalılığı, her gün yenisi eklenen vergiler ve zamlar, yoksulluk sınırının altındaki asgari ücretin enflasyon karşısında erimesi, alım gücünün düşmesi gibi faktörler mevcut düzene ciddi itirazları her zamankinden daha gerekli kılmaktadır.

Şüphesiz bu alanda en büyük eksiklik, söz konusu itirazları ve somut çözüm önerilerini sınıfsal alternatifle birleştiren bir siyasi programa sahip örgütlülüğün henüz kitlelerde vücut bulmamış, bulamamış olmasıdır.