Ermenistan’dan hayatımda gördüğüm en “açık farklı” rötarla kalktık: gece on birde kalkacak uçağın sabah yedide kalkması ne demek? Böyle durumlarda hiç uyuyamam, üstelik.


Neyse, “başıma gelenler” yazısı yazmaya niyetim yok; Ermenistan’a son gidişlerimde buranın hep biraz daha toparlanmış, eksiğini gediğini kapatmaya başlamış olduğunu görüyorum. Görünce de seviniyorum, çünkü Ermeni halkını sevdiğimin bir gizlisi saklısı yok. Düzelen çok şey var ama bunun sınırları da bir yere kadar. Sorun çok, yoksulluk hâlâ derin ve yaygın. İşletecek fazla bir doğal zenginlik de görünmüyor. Bu seferde biraz olsun Erivan’dan çıkıp kırlara göz atma imkânım oldu. Bu ayrım da epeyce çarpıcı.


Aramızda gidiş-gelişin koşulları kötü: haftada iki sefer, olmadık saatler bana çatan bu rötar da öyle görülmemiş bir şey değil herhalde.


Ermeni konusu da, Türkiye açısından, “çözüm bekleyen sorunlar” sepetinde sıra bekliyor. Ama sepet tıka basa dolu olduğu için o “sıra” sık sık gelmiyor; geldiğinde, iki üç laftan sonra gene yerine konup unutuluyor unutturacak yığınla sorun var zaten.


AKP’nin öncekilerden önemli bir farkı, pek çok böyle bekleyen konuya el atması oldu. Üstelik, el atma biçimi de çok zaman pekâlâ olumluydu. Bu davranışlarıyla, “Türk gibi başlamak” deyimini hatırlattı; onun yazmadığım arkasını da hatırlattı, çünkü sonuca bağlanmış tek bir sorun görünmüyor. “Azınlık vakıfları” sorununu, “Papaz okulu” sorununu bir yere getirmediler ki koskoca Ermeni sorununda mesafe alsınlar.


Ermeni sorununu en erken bir dahaki Türkiye- Ermenistan maçına bırakmamızın “nedeni” değilse de bahanesi, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ sorunu. Karabağ bölgesi nüfusu, evet, Ermeni’dir, ama ben bu sorunda Ermenistan’ın davranış biçimini başından beri hiç onaylamadım. Gelgelelim, Türkiye ile Ermenistan’ın ilişkileri böyle bir “üçüncü taraf”ın varlığına, tavrına vb. bağlanamaz


Bu zaten bir “Türkiye- Ermenistan” sorunu olarak kalmıyor, bundan sonra da hiç kalmayacaktır. Bütün dünyanın bilincinde yer alan bir sorun bu. Kimsenin unutmasını da beklemeyin. Tamam, bir yanda üç milyon, bir yanda yetmiş milyon olduğu için stratejik konuların öncelikli olduğu durumlarda Türkiye’nin avantajları devam edecek. Bilemem, daha kaç kere, ABD’nin Başkanı olan kişi Congress’e “Şimdilik yapmayın” diye ricada bulunacak ve daha kaç kere Congress Başkan’ın ricasına uymak gereğini duyacak. Bu yasa geçtiğinde de ki çok uzamadan olacağı belli ABD bize savaş açmayacak herhalde. Ama durum pek parlak olmayacak. Şimdiye kadar geçmemesinin tek sebebinin de “reel-politik” olduğunu bilmeyen yok. Bu yıl da Congress’ten geçmemişse, kimse, “Ha, Türkler bu yıl da Ermenileri öldürmemişler” demiyor, demeyecek.


Onun için, stratejik konuları bir kenara bırakabildiğimiz o kısa sürelerde, dünyada kime “Ne bu sorun. Kim haklı” diye sorsan, alacağın cevap belli. Oradan buradan parayla profesör tutarak bu konuyu tersine çeviremeyeceğin de belli. Bunlar hepsi zaten yapıldı; ne sonuç alındığı ortada.


“Stratejik işbirliği” falan, bunlar Makyavelist işlerdir; ama o işbirliğine giren adam da kiminle neye girdiğinin farkındadır.


Dolayısıyla bu sorunu “çözme”nin yirmi beş tane yolu yok; bir tane yolu var. Zamanı da “çıkmaz ayın son çarşambası” ya da Aliyev’in mutlu perşembesi falan değil bugün!