Nerede, nasıl vurulacağımız hiç belli olmaz. Sağ gösterilip sol vurulduğumuz da olur; sol gösterilip sağ vurulduğumuz da. Yani her hedefte biz varız. Öyleyse sağ vurulmuşuz ya da sol vurulmuşuz ne fark eder. Ama efendilerimizce çok fark ediyor. Ben seçilinceye kadar seçim ya da ben güçlü bir çoğunlukça seçilinceye kadar, seçim… Seçim maliyetleri sağdan soldan döverken bizleri, biz, bizi kimin daha güzel benzeteceği hususunda anlaşmazlığa vardığımızdan, bir de birbirimizden dayak yeriz. Dayak yemeye ne kadar da hevesliyiz. Dövüle dövüle köseleye dönmüş aklımız. Her gün her gün kandırılmanın sırrını hâlâ çözemedik. Dün ak olanın, bugün nasıl da kapkara olduğuna aklımızın ermediği gibi.

Bu basitliğe aklımız erdiğinde dünyamız değişecek. Daha güzel bir dünya… Yanıla yanıla hiç tatmadığımız, görmediğimiz, duymadığımız, hissetmediğimiz güzellikler görmemiz mümkün. Ama önce sadistlerimizin mazoşistleri olmaktan kurtulmalıyız. Anamızı ağlatmadan, kimseye dert yanmadan, sadistimize bel bağlamadan, yardım dilenmeden.

HDP‘nin kapısına dayanıp çocuklarını isteyenler çocuklarını bulmalılar. Çocuklarının sırtını sıvazlaya sıvazlaya dağa gönderen annelere de gün doğdu böylece. Kurnazlar, “çocuğum suçüstü yakalanırsa, zorla götürüldüğü bilinsin” diye devleti yanıltma yoluna gitti mi acaba? Ya da, ”çocuğum öldürülürse bize terörist ailesi muamelesi yapılmasın” cinliği.

Sonuçta kapısında beklenen bir siyasi parti: Silahlı emniyet güçleri yok, istihbaratı yok. Nasıl bulacak vatandaşın evlatlarını. Maksat çocuklarını bulmak ise, kayıp ilanı verdikleri makamların kapılarını aşındırmaları lazım gelir. Zaman geçirmeden… Bir can için bir saniyenin bile önemi var. Çocuklarımız aç mı, açıkta mı, hasta mı?

Ama, ‘maksat bir partiyi seçim arifesindeyken kötülemeye çocuklarını alet etmek için toplanılmış’ algısı bile ürkütücü. Bu algıya sahip insanların çokluğu ya da azlığı önemli değildir. Bu şüpheyi doğuran davranışların olabileceği endişesi taşıyor olmak, insanlarımızı ne hale getirdiğimizi oturup konuşmalıyız (hatta oturmaya zamanımız yok).

Erken seçim mi? Gelinen noktada dört yıl sonra yapılacak seçime bir erken seçimmiş gibi hazırlanılması gerektiği sandık dilidir. Yerel seçim sonuçlarının en büyük seçim anketi olduğu tartışmasız kabul edilmelidir.

Seçimlere hazırlık ne kadar erken başlarsa, o kadar çok para harcanacağı anlamı taşır. Nereden oy gelme ihtimali varsa oraya daha daha fazla para aktarılacak. Oy gelme ihtimaline göre ümit kesilen yerler daha daha daha beklemeli. Bu beklemeyi demokrasinin neresinde saklayacağımızı bulmaya çalışalım. Ama oluk oluk para aktarılan yerlere, insanlara ve tüzel kişiliklere demokraside ve ana yasalarda ve baba yasalarda yer açalım.

Seçim, halkın geçim sıkıntısını gidermiyor. Her seçim arifesinde, dar gelirlinin iş ve aş bulma beklentisi seçim sonrasında hayal olup gitmekte. Seçilenlerin aş, iş, eş vaatleri heyulası beyinleri allak bullak ederken, ensemizi kaşıdığımızın farkında bile olamayabiliriz.

Fakir fukaranın nasıl geçindiğine cidden aklım ermiyor. Asgari ücretle çalışanlar, çalışanların % 48’ini oluşturuyormuş. Bir de işsizleri düşünün (%13). Fakir oranı tahminimce % 50’ den biraz fazla olur. Kaba bir hesapla, ensesini kaşıması gerekenlerin bu oranda olması gerekirken, hesabımızla gerçeklerin tutarsızlığı, beynimizin tam da ortasında bir çıban…

Ama Cumartesi Anneleri çocuklarını bulmasın. Onlar bu güne kadar akıl edip hiçbir partinin kapısında oturmadılar.