İnsan her zaman yaşam pratiğinde iyiye, iyi olan bir şeye ulaşmak ister. İnsan için iyi bir amaçtır, kötü ise kaçınılması gereken şeydir. Ancak, bu noktada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır; Her zaman yaşam pratiğimizin ( yapıp etmelerimizin) varmak istediği, amaçladığı bu “iyi” nedir acaba?. Öte yandan, insan yaşamı için mutluluğun önemi bilinmektedir. İnsanın doğal olarak yöneldiği ve istediği şeyler için mutluluk, ulaşmak istenen, arzu edilen iyi bir şeydir, hatta en temel amaçtır. Bundan dolayıdır ki, yaşamla ilgili soru ve sorunlara eğilen felsefeciler ( Filozoflar da denebilir. ) önce insan için “mutlu” ve “iyi” yaşamın nasıl olabileceği üzerinde durmuşlardır. “İyi” ve “mutlu” yaşamın nasıl olabileceği, dolayısıyla da iyinin ve mutluluğun ne olduğu soruları etiğin başlangıcındaki temel soruları olmuştur. Bu sorular daha sonra, bir araştırma ve bir bilgi alanı olarak etiğin bazı sorularına kaynaklık etmiş, bir bilgi alanı olarak etiğin doğuşuna giden yolu açmıştır. Böylece etik tarihi mutluluk ve hazzı sorgulayan bir yaklaşımla başlamıştır.

Filozoflara göre, erdemin ne olduğunun bilinmesi iyi ve mutlu yaşam için mutlaka gereklidir. En çok bilinen tanımına göre erdem ölçülülüktür, adalettir, cesarettir, bilgeliktir. Şimdi erdemi ve onu oluşturan bu terimleri biraz irdeleyelim:

Etik tarihinde, “iyi” ya da “mutlu” yaşamın ve “doğru eylemin” bilgi ile olan ilişkisini doğrudan ele alan ilk filozof Sokrates'tir (M. Ö 469-M. Ö. 399). Bundan dolayı Sokrates, etiğin kurucusu sayılmaktadır. Etiğin temelini atan filozof olarak kabul edilen Sokrates, sorgulanmamış bir yaşamın yaşanmaya değmediğini söylemiştir. Sokrates'in bilinen bu ününü, bu anlamda erdemi, yani bilgi edinme işi olarak erdemi araştırmasından dolayı kazandığı söylenmektedir. Sokrates, “doğru eylem” için erdemi ve erdemin bilgisini arama işine öncelik vermiştir. Çünkü doğru eylemin ve adil olmanın bilgisine ancak erdemin bilgisiyle ulaşılabileceğini savunmuştur.

Sokrates'in erdemi nasıl anladığını onun yaşamından bir anısı ile sanırım daha iyi öğrenebiliriz. Bilindiği gibi Sokrates Atina'da mahkemede idamla yargılanırken öğrencilerinden Kriton, ziyaretine gelerek O'nu firar etmesi için ikna etmeye çalışır. Bu konuda gerekli hazırlıkları yaptıklarını ve sadece “evet” demesiyle özgürlüğüne kavuşabileceğini söyler. Ancak Sokrates, böyle davranmasının hayatı boyunca savunduğu ilkelere ters düşeceğinden bunu reddeder. Öğrencisi ve aynı zamanda arkadaşı olan Kriton'un bu yaklaşımı o dönemin genel ahlak anlayışına ışık tutarken, Sokrates'in itirazları onun yüksek erdem anlayışına tanıklık eder. Yaşamının son anına kadar inandığı ilkelere yürekten bağlı olduğunu kanıtlar. Firar etmenin özgür bir yurttaşa yakışmayacağını söyleyerek, böyle davranması durumunda kendisini suçlayanları haklı çıkaracağına dikkat çeker. Her konuda olduğu gibi adalet konusunda da uzmanlara başvurulması gerektiğini vurgular. Uzmanların gerçek bilgiye dayanarak vereceği ölüm kararını, cahil çoğunluğun hayatta kalmayı öneren kararına yeğleyeceğini belirtir.

(Sokrates'in savunması - Platon, İş Bankası yayınları sayfa 15-16)

Sokrates savunmasının bir yerinde mahkeme heyetine şöyle seslenmektedir :

“Beyler, sizden tek bir ricam olacak. Oğullarım yetişkin olduğunda , paraya ya da başka bir şeye erdemden daha fazla önem verdiklerini görürseniz, benim sizi rahatsız ettiğim gibi sizler de onları rahatsız edip cezalandırın. Bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanır, yapmaları gerekenleri yapmaz ve hiçbir değerleri olmadığı halde bir değerleri olduğunu düşünürlerse, benim size yaptığım gibi onları eleştirin. Böyle yaparsanız, hem ben hem oğullarım, sizden hak ettiğimiz karşılığı almış oluruz. “ (Sokrates'in savunması- Platon, İş Bankası yayınları sayfa 62-63)

İnsanlığın düşün alanında yol göstericisi sayılan Sokrates'e göre erdemin ne olduğunu bilmek önemlidir. Çünkü “doğru” olanı yapmak ve “adil” olmak ya da “iyi” yaşamak için erdemin bilgisi gereklidir. Burada erdem özel türde bir bilgi olarak görülmektedir. İnsanın yaşamla bağını doğru şekilde kurması, kurabilmesi, başka bir deyişle doğru ve adil bir kişi olarak davranabilmesi, farklı özellikte bir bilgiyle, yani erdemin bilgisiyle mümkündür. Bu bilgi ile davranışlarını yöneten, karar ve eylemlerini bu bilgiye dayandırarak ortaya koyabilen kişi, iyi olanı görür ve bunu yapmak ister, kötü olandan ise uzak durur. Bu durumda insan için iyi olan şey erdemdir ya da bilgidir, kötü olan şey ise bilgisizliktir. Bundan dolayı hazzın iyi olduğunu savunan ve doğru, yani mutlu yaşam için hazzı temel alan anlayışlara karşı çıkar. Çünkü Sokrates'e göre insanı doğru olanı yapmaya götüren tek şey bilgidir. Diğer adıyla erdemdir. İyi olan sadece budur.

Erdemi temel alan yaklaşımı en iyi temsil eden bir diğer örnek, Platon'un ( M. Ö. 427-M. Ö. 347) öğrencisi Aristoteles'tir (M. Ö. 384-M. Ö. 322). Aristoteles'in etik görüşünün temelinde erdem ve erdemin bilgisi vardır. Kendinden önce erdemle ilgili yapılan araştırmalardan da yararlanarak erdemin ne olduğu sorusuna önemli bir açıklık getiren Aristoteles, etiği başlı başına bir bilgi alanı olarak kuran filozof olmuştur. Yaptığı etraflı soruşturmada Aristoteles öncelikle erdemin, “huylar” olduğunu, “ruhun huyları” veya “özellikleri”, ama övülen, çok beğenilen özellikleri olduğunu belirtmiştir. Aristoteles, erdemle ilgili araştırmada, düşünce erdemleri ve karakter erdemleri veya etik erdemler olmak üzere iki tür erdem olduğunu ortaya koymuştur. Aristoteles'e göre; Bu erdemlerden düşünce erdemleri daha çok eğitimle oluşur ve gelişir, bu nedenle de deneyim ve zaman gerektirir. Karakter erdemleri ya da etik erdemler ise alışkanlıkla edinilir. Alışkanlıkla edinilen karakter erdemleri ya da etik erdemler insanda doğa vergisi olarak bulunmaz. Bunlar ne doğal olarak ve ne de doğaya aykırı olarak edinilir. Onları edinebilecek bir doğal yapımız vardır, alışkanlıklarla da onları tam olarak geliştiririz. Kısaca söylenirse, Aristoteles'e göre kişiler, erdemleri edinebilme olanağını taşımaktadırlar. Bunları, yaparak yani öğrenilen diğer şeylerde olduğu gibi yapa yapa öğreniriz. Örneğin ev yapa yapa mimar, gitar çala çala gitarcı olunduğu gibi, adil şeyler yapa yapa adil insan, ölçülü davrana davrana ölçülü, yiğitçe davrana davrana da yiğit olunur diye tanımlar.

Erdemi anlamak demek erdemli eylemi anlamak demektir. Erdemli eylem ise; İnsanın bütünüyle etik değerlere ve ahlaki olgunluğa ulaşma durumudur. Ahlaki ilkelere uygun olarak yaşayan insanlara ahlaklı insan deriz. Erdemli insan için ise söylediğimiz şeyden daha fazlasını söylememiz gerekir. Çünkü erdemli olmak ahlaklı olmayı içerdiği gibi beklenenden (Yapıp etmelerden. ) fazla olmayı da gerektirir. Erdemli insan vicdanlı ve sabırlı insandır. Karşılaştığı yoksunluklar onu kesinlikle yıldırmaz. Diğer insanlara karşı yardımseverlik konusunda ise oldukça aktiftir. Bir olay karşısında alacağı tutumun sonucunda kendi aleyhine olacağını bilerek doğruyu savunan kişi erdemli kişidir. Bu nedenle erdemli insan ahlaksal ve ilkesel olarak doğru bildiklerini yaşayan insandır. Çünkü yalnızca bilmek ahlaklı olarak yaşamak değildir. Bu konuda Romalı Stoacı filozof Seneca (M. Ö. 4 - M. S. 65) bilge insanı (Siz erdemli kişi de diyebilirsiniz) şöyle tanımlamıştır: “Haz ve acıya eşit düzeyde duyarsız, her konuda kendine yeten, özgür iradesiyle erdemliliği seçen, kendini evrenin efendisi olarak gören kişiye bilge kişi” denir.

Burada Konfüçyus' ün ( M. Ö. 551- M. Ö. 479) sözünü de hatırlatmanın da gerekli olduğunu düşünüyorum. Konfüçyus erdemli kişi için “Elde edilecek menfaati olduğu halde adaleti düşünen insan, gerçekten mükemmel insandır. “ demiştir.

Adalet kavramı erdemli insan olmakta çok önemli yer işgal eder. Adalet, hakka hukuka uygunluğu ve bireylerin edimleri sonucu kazanımlarını anlatır. Haklı ve haksız olanın birbirinden ayırt edilmesini ve herkesin hak ettiği şekilde karşılık bulmasını ifade eder. İnsanın yetenekleri doğrultusunda toplumda kabul görmesi, haklar ve yapılması gerekenler çerçevesinde karşılıklı etkileşimin sonuçlandırıldığını anlatan temel kavramdır.

Adaletin ne olduğunu araştırmak veya adalet kavramına açıklık getirmek çok önemlidir. Çünkü iyi ve mutlu yaşam için temel bir erdem olarak, bir kişinin veya yönetsel birliğin adil olmasını sağlayan bilgelik, cesaret ve ölçülülük erdemlerinin bütünlüğünü sağlayan bir üst erdemdir. Ayrıca, adalet, “bilgelik ve erdem” olduğundan, bilgisizlik olan adaletsizlikten çok daha güçlüdür. Dolayısıyla, hem kişi bazında hem de toplumda söz konusu olan bir erdem olması nedeniyle adalet kavramına açıklık getirilmesi ve onun bilgisinin mutlaka ortaya konması, siyaset etkinliğinin temelinde yatan etik sorunların araştırılması bakımından da son derece önemlidir.

Erdem konusunda ünlü ortaçağ filozofu Farabi'den ( 871-950) söz etmenin şart olduğunu düşünüyorum. Farabi , bilge bir kişiyi şöyle tanımlamaktadır : “Öğrenim sırasında karşılaştığı güçlüklere katlanmalı, üstün bir zeka ve kavrayış sahibi, doğruluğu ve doğruları, adaleti, ve adil olanları seven onurlu bir şahsiyet olmalı, altın, gümüş, ve benzeri şeylere değer vermemeli, yeme içme konusunda aç gözlü ve nefsani arzularına düşkün olmamalı, doğruya ulaşmak için azim ve iradesi güçlü bulunmalıdır.“ (Farabi, Mutluluğun Kazanılması (Tahsillü's- sa'ade) adlı eseri sayfa 145).

Farabi erdemi ve nasıl erdemli olunabileceğini daha çok devlet yönetimi somutunda ifade etmeye çalışmıştır. Erdemli bir devleti sağlıklı organizmaya benzeten Farabi, bir bedende her organın belli görevi bulunması ve bunların verimli çalışmalarının kalbe bağlı olması gibi devletin kurum ve kuruluşlarının verimli ve düzenli çalışmaları da devlet başkanının yetkinlik, yetenek ve tutumuna bağlı olduğunu belirtmiştir. Farabi'ye göre erdemli devlet başkanında bulunması gereken 12 temel nitelik olmalıdır. Bunlar ; 1-Eksiksiz ve sağlıklı bir fiziki yapı. 2- Kendisine söylenen her şeyi doğru anlayıp sağlıklı değerlendirme yeteneği. 3- Keskin zeka ve anlayış. 4- Güçlü hafıza. 5-Düşüncelerini açık ve anlaşılır bir üslupla ifade edebilme yeteneği. 6-Öğrenme ve öğretmeyi sevme, bu uğurda her zorluğu göğüsleme iradesi. 7-Yeme - içme, oyun - eğlence, mal - mülk, cinsel ilişki gibi geçici ve kaba hazlara düşkün olmama. 8- Doğruluk ve dürüstlüğü sevip, yalandan ve yalancıdan nefret etme. 9- Haksızlık ve zulümden nefret eden ve adaleti gerçekleştirme tutkusuyla davranan bir kişilik. 10- İnsanlık onuruna düşkün olma, 11- Yapılması gerekeni uygulama azim, kararlılık ve cesaretine sahip olma. 12- Gönül zenginliği ve tok gözlü bir kişilik özelliğinde olma. (Farabi, Siyaset Felsefesine Dair Görüşler, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi yayınları.)

Ünlü ortaçağ filozoflarından İbn Rüşd ( 1126- 1195), ise bilimi, öğrenmeyi ve bildiklerini öğretmeyi iyi ve erdemli insan olarak ifade ederek, esas insanı, “özüyle değil, ancak özüyle birlikte bulunan akıl sebebiyle insandır ve varlık sahnesindeki her şeyden daha değerlidir” diyerek tanımlamıştır. İbn Rüşd'e göre erdemli insan olmaya temel teşkil eden bilim zihniyeti ve yöntem ilkeleri bağlamında dikkat çektiği hususlar şöyle sıralanabilir; 1- Her türlü zihinsel faaliyetin amacı, yalnızca “gerçeğe ulaşma isteği” (talebü'l -hak) olmalıdır. Bir insanın “gerçek anlamda bilgin” (el-alim bima hüve alim) olabilmesi için sadece gerçeği elde etmesi yetmez, aynı zamanda onu başkalarıyla paylaşıp, onları da aydınlatması gerekir. 2- Bu yolda karşılaşılabilecek olan bir engel, hakikat arayıcısını yolundan alıkoymamalıdır. O kendine düşen görevi ilmi sorumluluk anlayışıyla yerine getirmelidir. 3- İnsanlığın, hakikatı arama adına felsefe ve bilim alanında bugüne kadar ortaya koyduğu yöntem, bilgi ve tecrübe birikimi asla göz ardı edilmemelidir. 4-Gerçek aranırken yöntem, görüş ve düşüncelerinden yararlanılabilecek olan kimselerin hangi inanca sahip oldukları, hangi din ve mezhebe mensup bulunduklarının hiçbir önemi yoktur. (İbn Rüşd'ün Siyaset Felsefesi, İstanbul, İnsan yayınları )

Erdem ve erdemli olmaktan söz ederken 17. yüzyılda erdemi temel alan yaklaşımı yansıtan bir filozof olarak Descartes ( 1596 - 1650)'tan kısaca söz etmek gerekir diye düşünüyorum.

İyi yaşamak ve doğru olanı yapabilmek, yanılgılara düşmemek için bilginin öneminin farkında olan Descartes, her insanın felsefeyle uğraşmasının gerekli olduğunu belirtir. Ona göre, doğru eylemlerde bulunabilmek ve bu dünyada yaşamımızı yönlendirmek için felsefe öğrenmek, adımlarımıza yol göstermek için gözlerimizi kullanmaktan çok daha gereklidir. Descartes, felsefe öğrenmemin gerekliliğini şöyle açıklar; “ açıkçası felsefesiz yaşamak, açmayı denemeden, gözü kapalı yaşamaktır. Üstelik gözümüzün görüp orta yere serdiği tüm nesneleri görmenin ve bu yolla renkler ile ışığın güzelliğini tatmanın verdiği beğeni, felsefenin bulup meydana çıkardığı nesnelerden edinilen bilginin verdiği sevinçle ölçülemez. “ Descartes'e göre, doğru eylem için gerekli olan erdemin bilgisi ya da doğru olanı yapma konusunda yardım edecek bilgi ancak felsefeyle kazanılabilir. Bizleri iyi yaşamaktan alıkoymakta önemli bir etken olan yanılgılara düşmemenin yolu erdemi ya da doğru olanı bilmektir. (Descartes, Felsefenin İlkeleri, Türkçesi Mesut Akın, Say Yayınları)

Descartes, görünüşte erdem ile asıl erdem, bilgi kaynaklı olmayan erdem ile bilgiden gelen erdemden söz eder ve bunlar arasındaki farkı göstermek ister. Bununla , asıl erdemlerin, yeterince farkında olunmadığı ya da bilgisine varılmadığı için genellikle gözden kaçırıldığına, böylelikle de görünüşte erdemlere önem verildiğine dikkat çekmeye çalışır. Oysa doğru olanı yapabilmek için asıl erdemlerin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Çünkü yalnızca bunlar bilgelik adı altında toplanabilecek niteliktedir. Descartes, “iyiliğin bilgisi dışında hiçbir şeyden gelmeyecek ölçüde katkısız ve eksiksiz olan erdemler yalnızca bunlardır. “ der. Bilgelik adı altında hepsi aynı içerikte olan bu erdemler adalet, yüreklilik ve ölçülülüktür. Bilge kişinin diğer erdemlere sahip olması da bunlara bağlıdır. İnsanların çoğu, bu erdemler ile bilgi kaynaklı olmayan erdemler arasındaki farkı göremediklerinden, bilgeliğe gereken değer verilmemektedir. “ diyerek, doğru yaşam için ayrı bir önem ve işlevi olan tam erdem niteliğindeki bilgeliğin, ancak felsefeyi kavrama yoluyla öğrenilebileceğini belirtir.

Etik tarihinde genel olarak erdeme dayalı yaklaşımın daha ağırlıklı olduğu, etik tarihini oluşturan ana çizginin erdemle ilgili araştırmalardan meydana geldiğini belirtmenin çok doğru bir bakış açısı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yaşadığımız ülke coğrafyasında ya da dünya somutunda devletler tarafından yönetilen halklar, biz sade insanlar olarak, hangi kapasite veya kalibrede devlet yöneticileri marifetiyle yönetildiğimizi sorgulamalıyız. Erdem, erdemli olmak gibi konulara anlatmaya çalıştığımız erdem ve erdemli olma bilgisi ile, bir de bu perspektiften bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Öyle ya, (sadece bu yazıda bile) adlarını zikrettiğimiz, insanlığın düşünce tarihinde çok önemli yer işgal eden, bundan (tarihler yaklaşık olarak yazılmıştır) 2500 yıl önce Konfüçyus, 2400 yıl önce Sokrates, 2350 yıl önce Aristoteles, 2000 yıl önce Seneca, 1100 yıl önce Farabi, 800 yıl önce İbn Rüşd, 400 yıl önce Descartes ve adlarını sayabileceğimiz daha onlarca filozofun erdem, erdemli insan olmak ve erdemli devlet yönetiminin nasıl olunacağı konusundaki hayranlıkla okuduğumuz görüşleri bugün insanlık açısından ne hale gelmiştir?