Avrupa’nın halihazırda uğraştığı en zorlayıcı sosyo-politik konulardan biri göç ve entegrasyon. O nedenle üniversitelerin sosyal bilim programlarının en fazla bütçe ve kadro ayırdığı konuların başında yine göç ve entegrasyonu anlamaya ve çözüme yönelik projeler geliyor.

Yaşanagelen iktisadi kriz son dönemde aşırı sağcı siyasi aktörlerin öne çıkmasına alan tanıdıkça, konu daha yakıcı bir hal alıyor, toplumsal kutuplaşma artıyor. Son aylarda Almanya’da kendilerini “Batı ülkelerinin islamizasyonuna karşı vatansever Avrupalılar” olarak tanımlayan PEGİDA ve onun karşıtı protestolar ortaya çıktı.

Konu iktisatçıları da ikiye bölmüş durumda: Bertelsmann Vakfı’nın araştırmasına göre göçmenler Almanya’ya maliyetlerinin üzerinde getiri sağlıyorlar ve Almanya göçten kazançlı çıkıyor. Daha önce Alman İktisadi Araştırmalar Enstitüsü (DİW) de benzer sonuçlar sunan bir rapor yayınlamıştı. Sağ iktisatçılar ise tersini iddia etmeye devam ediyor. İfO Enstitütüsü Başkanı iktisatçı Hans-Werner Sinn, Spiegel dergisine 3 Ocak 2015’te verdiği son röportajında çark etmeden önce, göçmenlerin katkısından daha çok maliyete sebep olduğunu iddia ediyordu.

Bu çalışmaların işlevlerinden biri, yabancı düşmanı sağ kesimlerce sıklıkla dillendirilen “göçmenler sosyal sistemimizi sömürüyor” yalanını çürütmek. Fakat raporların ortaya koyduğu, son yıllardaki göçmenlerin çoğunluğunun yüksek kalifiye sahibi oldukları.

Dolayısıyla, niye şimdi bu türden raporların çıkmaya başladığı berraklaşıyor: Canlandırılması planlanan yatırım ortamının gerektirdiği kalifiye işgücünün göçüne toplumsal meşruiyet sağlamak...

Bu aynı zamanda içerdeki göçmen kökenli genç nüfusa da kalifikasyon (niteliklik, vasıflık) kazandırılmasını beraberinde getirecek bir süreç. Bunun ima ettiği ise göçmenlerle yerleşikler arasındaki toplumsal işbölümünün de demokratikleştirilmesi ve beraberinde entegrasyonun sağlanması.

Göçmenlerin ve diğer azınlıkların neden ve hangi durumlarda dışlandığına dair ve hangi göçmen ve azınlık kökenli bireylerin nispeten daha az dışlanmaya maruz kaldığına dair gözlemler, dışlama süreçlerinin temel olarak toplumsal işbölümünden ileri geldiğini ortaya koyuyor. Din ve etnisite benzeri kimliksel farklılıklara yönelik nefret söylemleri sadece verili toplumsal işbölümünden neşet eden çatışmaların tercüme edildiği simgesel dil...

Daha açık ifadeyle, göçmenlerin ve azınlıkların düşük kalifikasyonlu belli alt iş gruplarına hapsedilmesi, onları yüksek kalifikasyonlu-statülü işleri elinde tutan sosyal gruplarca dışlanıp aşağılanmalarına maruz bırakıyor. Keza kazara yüksek kalifikasyonlu işler edinmiş göçmen ve azınlık mensubu bireyler ise bu tür dışlanma ve aşağılanmalara yaptıkları iş ve dahil oldukları network gereği daha az maruz kalırken, maruz kaldıkları durumlarda da karşı gelme kapasitelerine sahipler. Her karşı çıkış ise bir sonraki dışlanma ihtimalini azaltan bir faktör.

Avrupa’nın entegrasyon problemini verili sabitlenmiş toplumsal işbölümünü değiştirerek- demokratikleştirerek çözeceğinin emaresi, Avrupa ekonomisinin verili emekgücü profilindeki kalifiye eleman arzıyla yetinmeyecek olmasında yatıyor.

Başka bir ifadeyle, göçmen kökenli genç işgücünün düşük kalifikasyonda kalmasının sosyo-ekonomik maliyetlerinin, bu nüfusa kalifikasyon kazandırılmasının maliyetlerinin üzerine çıkmasının yanısıra, kalifikasyon sahibi entegre bir göçmen nüfusun sosyo-ekonomik getirilerinin yüksek olduğunun fark edilmesi yeni sürecin tetikleyicisi...

Bu sürecin bir diğer türevi, İslam’ın şiddet karşıtı, demokratik, bireysel sekülarizme cevaz veren, reforme edilmiş bir yorumu Avrupada’ki bu entegre olmuş yüksek kalifikasyon sahibi yeni nesil tarafından üretilebilme ihtimali. Çünkü bu türden bir nesil, verili İslam yorumunun kendisine ayakbağı olduğunu farkedip böyle bir yaratıcılığı sergilemek zorunda kalacak. Keza halihazırdaki Ortadoğu coğrafyası, zihniyet ve kurumlarıyla demokratik- şiddet karşıtı bir İslam yorumunu kendi başına çıkaracak kapasitede olmadığını zaten göstermiş durumda.

Velhasıl, Charlie Hebdo’ya yapılan vahşi saldırı gösterdi: Avrupa’da yaşayan Müslümanlar Avrupalılaşmazsa (bireyselleşmezse), Avrupa Ortadoğulaşacak... Avrupa’da yaşayan Müslümanların Avrupalılaşması da, Avrupa’daki toplumsal işbölümünde kendilerine- kalifikasyonlarına layık gördükleri sosyal konumlar bulmalarıyla eşzamanlı gidecek olan bir süreç. Zira toplumsal işbölümü demokratikleşip değişmedikçe, halihazırdaki otokratik, şiddet yanlısı İslam Avrupa’daki Müslümanlar arasında kendine daha fazla alan bulurken ve işlevselleşirken; buna karşılık yerleşik Avrupalıların İslamofobi üzerinden ifade bulan nefret ve ayrımcılığı da körüklenmekte. Öte yandan yüksek kalifikasyonlu göçmen kökenlilerle örülü demokratik bir toplumsal işbölümü ortamında otokratik İslam’ın cazibesi de kaybolacak.

***

Bertalsmann Vakfı’nın raporu, bilinçli veya bilinçsizce, bu yeni sürece ön hazırlık işlevi taşıyor...