Büyük Anadolu Yürüyüşü’nü duymuşsunuzdur. 2 Nisan’da Anadolu ve Trakya’nın 11 noktasından bir avuç gönüllü, başımıza çöken kuralsız, kitapsız kalkınma kâbusuna dikkat çekmek üzere yola çıktı. Renkli, develi, eşekli kervan bu ayın 20’sinde Ankara’nın kapısına vardı. O gündür şehre girmeleri polis devleti tarafından nedensiz yasaklanmış bulunuyor. Yürüyüşçüler Ankara Konya yolu 24. kilometrede otoyol kenarındaki boş arazide günlerdir bekletiliyor. Gölbaşı’nda abluka altındaki sivil toplum, iktidara yakın olmayan tüm STK’lar gibi hükümetin demokrasi ve itiraz anlayışının kapsama alanı dışında. Barışçıl gösteri hakkı ihlâli de cabası.



Hâlbuki yürüyüşçüler herkesin altına imza atacağı basit gerçekleri dillendiriyorlar: ‘Binlerce yıllık kültürel mirasımızın yok edilmesine sessiz kalamazdık. Doğal varlıklarımızı bir rant kapısı olarak gören yanlış enerji ve kalkınma politikalarını protesto etmek, yokedilen doğamızı ve kültürümüzü yaşatmak amacıyla yola çıktık.’



Türkiye’nin önünde AKP’nin ustalık dönemiyle örtüşen ziyadesiyle iddialı ve sınır tanımayan bir kalkınma hedefi var. Bu, doğa, kültür ve insan yerleşimlerine açık bir tehdit demek. İhsan Eliaçık’ın tabiriyle kapitalizme abdest aldırmış olan AKP, muhafaza cüzünde sonuna kadar ‘devrimci’! İlk örneklerini memleketin değişik yerlerinde usul usul yaşadığımız doğal ve kültürel yıkım, AKP’nin büyüyen Türkiyesi ile eşzamanlı büyüyecek. Benzer kalkınma hamleleri gelişmiş ülkelerde geçen yüzyıllarda gerçekleşti. İşlerin hoyratça yapıldığı dönemlerde. Ama artık ne toplumlara böyle bir dayatma mümkün ne de doğanın bu dayatmayı kaldıracak mecali kaldı. O yüzden aklımızı başımıza toplamalı ve neredeyse Allah’a şirk koşar nitelikteki iddialardan vazgeçmeliyiz.



Çevre bilinci? O da ne?



Yapılacak anayasal ve yasal düzenlemelerin yanında çevresel bilinç ve farkındalık konularında yapacak çok iş var. Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu’nun geçenlerde açıklanan Çevre Raporu ülkede çevre bilincinin ne vahim bir yerde bulunduğunun yeni bir kanıtı olarak okunmalı. En vahimi de, Anadolu yürüyüşçülerinin Ankara’ya sokulmamasında olduğu gibi çevre bilincinin gelişmesinin önündeki engeller. Bir örnek: Kocaeli’de yoğun fabrikalaşma dolayısıyla ciddÓ çevre ve sağlık sorunları olduğu mâlum. Dr. Onur Hamzaoğlu 2005’te ‘Endüstri Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği’ isimli çalışmasının sonuçlarını yayınlar ve kansere bağlı ölümlerdeki aşırılığı gözler önüne serer. Çalışmasını bilim ve siyaset erbabıyla paylaşır. Ama kamuoyuna ‘kan ve dışkıları bırakın, doğum yapıp çocuk emziren annelerin sütünde bile çinko, demir, alüminyum, kurşun, kadmiyum tespit ettik, tehlike büyük’ dediği andan itibaren başı belaya girer. Yerel yönetimlerin panik yaratma iddiasıyla açtıkları davayı savcılık üniversitesinin yönetimine gönderir. Kocaeli Üniversitesi izin verirse Hamzaoğlu araştırması nedeniyle 2 ila 4 yıl hapis ile yargılanacak. Bu hafta hem doktoru desteklemek hem çoluk, çocuğun selameti için bir dizi protesto yapılıyor. (www.onurumuzusavunuyoruz.org)



Gelelim yasalara. Dünya devletlerinin anayasalarında diğer canlıların ve doğanın hakkına hükmeden maddeler daha çok ender. Ama öte yandan bu konuda hassasiyet küresel bir zaruret. Yeşiller Partisi ‘Yeni anayasada ekolojik hak anlayışı’ başlığını taşıyan ve 15 Mayıs’taki Ekolojik Anayasa Konferansı’ndan çıkan bir dizi görüş paylaştı (www.yeşiller.org). Doğa hakkını ve doğayı hak öznesi olarak tarif etmek kolay değil. Doğa korumanın anayasada kamusal bir yükümlülük ve bir yurttaş ödevi olarak tanımlanmasının daha somut olacağı belirtiliyor. Zira sonuçta berbat eden de temizleyecek olan da insan. Keza topyekûn saldırıdan nasibini alan kentleri gözetmek amacıyla ‘kente karşı suç’ kavramı dile getiriliyor. Devlet odaklı bir anayasadan kurtulup insan odaklı bir anayasa yapmak isteyen Türkiye toplumu artık ekosistem odaklı bir anayasayı düşünmek zorunda. Ve eskiden toplumsal kuramlar nasıl dünyayı değiştirmek üzerine kurulduysa artık dünyayı muhafaza etmek üzerine kafa yormak gerekecek.