Oldum olası geri kalmışlığımızı din faktörüyle açıklamayı âdet edinmiş olanlar, Türkiye’nin aynı dindarların gayretleriyle değişiyor olmasına ne diyorlar dersiniz? “Bu millet dindardır o nedenle de kadercidir” diyenler aynı dindarların ülkenin kaderini değiştirme gayretleri karşısında acaba nasıl bir ruh hali içindeler?

Muhtemelen memnun değillerdir sonuçlardan. Değişim dediğimizin de “geriye doğru” olduğundan emindirler mutlaka. O nedenle de ağızlarından çıkmıyorsa da ülkeyi karanlık senaryoların beklediği düşüncesinde olmalarına şaşırmamak gerek.


Ya oldum olası Kürtleri aşiret düzeninin kaçkınları olarak görenler, bütün engellemelere rağmen tam otuz altı vekil çıkarmalarına ne dediler acaba?
Doğu’ya ekonomik yardım yapalım, aşiret düzeni değişir, böylelikle dil ve yönetim iddialarından vazgeçerler diyenler, bu kadar çok milletvekili çıkartabilmeyi mümkün kılan planlamayı, dayanışmayı ve iradeyi görünce ne düşündüler dersiniz?

Demiyorum herşey bitti ve “vesayet rejimi” sonsuza kadar yok oldu ama bu seçimlerle birlikte bu yönde çok önemli bir adımın atıldığı da kesin. Üstelik atılan bu adıma büyük ölçüde “dindarların” ve Kürtlerin önayak olduğu da...

O nedenle de önümüzdeki dönemin siyasi hikâyesi kaçınılmaz olarak bu iki kesimin partileri olan AKP ve BDP arasında geçecek. CHP ve MHP’nin kendi iç tartışmalarından nefes alıp gidişatı etkileme güçleri ise pek olmayacak.

Bu çerçeveden bakınca AKP ve BDP arasında seçim sürecinde gerilmiş ilişkiler yeni bir anayasa yapımı vesilesiyle yumuşayabilir mi sorusu önemli hale geliyor. Doğrusu buna olumlu cevap vermek de zor. Zor çünkü AKP’nin “kardeşlik” söylemiyle BDP’nin “haklar” söyleminin birbirleriyle biraraya gelmesi zor.

Ama öte yandan işleri kolaylaştıracak ve siyaseten de anlamlı olacak bir zemin de hiç yok değil. Bu zemin bence Kürtlerin önerdiği “Demokratik Özerklik” kavramıyla, Kılıçdaroğlu’nun “Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Yasası’ndaki çekincelerin kaldırılabileceği”ne ilişkin sözleri ve de AKP’nin 2004’te “kadük” kalmış olsa da “Kamu Yönetimi Yasa Tasarısı”yla oluşmuş ya da kolaylıkla oluşturulabilecek bir zemindir.


Kürtlerin kendi kendilerini yönetme taleplerini karşılayabilecek bir araç olarak genişletilmiş ve özerkleştirilmiş yerel yönetimler düşüncesi bugün en azından “söz” düzeyinde AKP, CHP ve BDP arasında konuşulabilir bir düşüncedir.

Demokrasi ve sandık sözkonusu oldu mu sözü o cahil kalabalıkların (!) almasının kesin olacağını içine sindirebilmek gerek. Bu her yerde böyle oldu ve giderek de böyle oluyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl dünyanın mazlum milletleri Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar ayaklanıp güneşin altında yerlerini istemişler ve almışlarsa tıpkı onun gibi bugünün ulus-devlet çatısı altındaki kenarda kalmış, itilmiş, toplumdan sayılmayan kesimleri de ulus-devletlerden özerklik istiyorlar.

Dün bu işler savaş konusuydu bugünse demokrasi ve sandık konusu. Bugünün mağdurları sandığı keşfettiler ve sanki tarihin derinliklerinden çıkar gibi sandıktan çıkıp çıkıp geliyorlar. Seçimlere katılım oranlarıyla toplumdaki mağduriyetler arasında neredeyse birebir bir ilişki olması da ondan.

Bütün toplum değilse de siyasiler biliyorlar ki Kürtler bir sınıra gelmiş durumdalar. Bundan ötesinde “kardeşlik” söyleminin bir kıymetiharbiyesinin olabilmesi ancak Kürtlerle konuşabilmekle mümkün.

Bakalım Başbakan Erdoğan bunu başarabilecek mi?