Köyler, baskının rahat kırıldığı yerlerdir.

Tabiatla iç içe yaşamaları, tarla sürmek, odun kesmek, mantar toplamak, hasat biçmek gibi işlerin peşinde günlerini diğerlerinden uzak geçirmeleri, küçük köylerde bile insanların birbirlerini denetlemesini zorlaştırır.

Onlara tabiat geniş bir yaşama alanı sağlar.

Kentler ise kalabalıklarıyla özgürdür.

Kimse kimseyi kolayca izleyemez.

İzlemeye de çok vakti yoktur zaten, insanlar koşturup dururlar.

Varoşlardaki ve küçük mahallelerdeki “baskı” da orada yaşayan insanların mahallelerinden ayrılıp kalabalığa karıştıklarında kaybolur.

Kasabalar ise ne köye, ne kente benzer.

Ne açılabilecekleri geniş bir tabiat, ne de arasına karışabilecekleri bir kalabalık vardır.

Hepsi, her an göz önündedir.

Asıl büyük baskı kasabalarda yaşanır.

Kasaba insanları kendilerinin esirdir, hem esir olurlar, hem esir alırlar.

Sıkışık bir hayat sürerler.

Yasakların ve baskıların en keskin biçimde ortaya çıktığı yerler kasabalardır.

Ve, özellikle seks konularında “toplumun resmî ahlakı” kasabalar tarafından belirlenir.

Bizim gibi toplumlarda “muhafazakâr” ahlaka ana rengini veren de kasaba ahlakıdır.

Bu ahlakın temelini “gözetleme, dedikodu ve baskı”nın oluşturduğunu saklayabilmek için de “din” bir kamuflaj olarak kullanılır.

Bugün siyasi iktidar da, kendini “dindar” olarak tanıtarak ve din adına davranıyormuş gibi yaparak kasaba ahlakını bütün ülkede geçerli kılmaya, sanatı ve eğlenceyi bu ahlakın cenderesine sokmaya uğraşmanın işaretlerini veriyor.

İstanbul’da Şehir Tiyatroları’nın repertuarını “belediyecilere” yaptırmak gibi tuhaf girişimler bunun ilk adımları.

Ama atılan tek adım değil bu.

İki garip haber okudum.

Bir tanesi, Behzat Ç. dizisinin epeyce sıradışı başkahramanının “evlilik dışı” ilişki sürdürmesinden rahatsız olmuşlar ve kahraman evlendirilmiş dizide.

İkincisi de Bir Erkek, Bir Kadın dizisi.

Orijinali Fransızlara ait olan bu dizide birlikte yaşayan genç bir çiftin eğlenceli maceraları var.

Cinsel çağrışımlar da elbette bu Fransız dizisinin parçalarından biri.

RTÜK, bu dizinin iki kahramanının “hayatlarına” evlenerek devam etmesini istemiş.

Şimdi bu taleplerin “din”le bir ilgisi yok.

Gerçek bir dindar, “belediye nikâhında” keramet aramaz.

Din açısından belediye nikâhının bir geçerliliği yoktur, çiftlerin tanrı huzurunda, dinî kurallarla evlendirilmeleri gerekir.

Burada televizyon dizilerine kadar uzanan “belediye nikâhı” talebi, aşkta “meşruiyet” arama isteği, kasaba ahlakının baskıcı elinin gücünün yettiği her yere uzanma arzusundan başka bir şey değil.

O ahlakın temsilcileri, kendileri nasıl yaşıyorsa herkes öyle yaşasın istiyorlar.

Şehirli Kemalistlerin “herkes bizim gibi yaşasın” tutturmasının yerini, şimdi kasabalı Kemalistlerin “herkes bizim gibi yaşasın” tutturması alıyor.

İsteklerinin birbirinden farklı olmasını zihniyetlerini farklı kılmıyor, ikisi de “tek tip” insan istiyor ve “tek tip” insanın nasıl olacağının da devleti yönetenler tarafından belirlenmesi gerektiğine inanıyor.

Şehirli Kemalistler iktidardaysa herkes başını açacak, herkes dans edecek, herkes içki içecek, Cuma’ya giden ayıplanacak, başı bağlı olan devlette görev alamayacak.

Kasabalı Kemalistler iktidardaysa, sanat, “ayıp” anlayışının sınırlarına hapsedilecek, “dindar nesiller” sloganıyla kasabalı nesiller yetiştirilecek, dizilerde kimse sevişmeyecek, sevişenler evlenecek, meyhaneler denetime alınacak, özgürce giyinip, özgürce davrananlar devlette kendilerine pek yer bulamayacak.

İnsanlar da bu ikisinden birini seçmeye zorlanacak.

Bunların ikisi de yürümez.

Şehirli Kemalistler nasıl kasabaları ve köyleri esir alamadıysa, şu anda nasıl büyük bir hezimet yaşıyorlarsa, kasabalı Kemalistler de aynı yenilgiyi yaşar.

Türkiye büyük bir kasabaya dönüşemez.

Herşeyden önce kasabalılar sıkılır bundan, “yasakçı” bir ahlakın yaratıcıları ve kurbanları olan bu insanlar, bilhassa gençler, bir gün büyük bir şehre gidip oranın özgürlüğünde yaşamayı hayal ederler, bütün ülkeyi kasaba yapmaya kalktığınızda o insanların hayallerini yok edersiniz.

Büyük bir sıkıntı ve sıkıcılık kaplar ülkeyi.

Kasaba gençleri desteklemez bunu.

Şehirli halk ise “şehirli Kemalistlerin” sultasında “düşünce yasaklarıyla” yaşamayı kabul etme karşılığında günlük hayatlarını “özgürce yaşama” hakkını almışlardır, o haktan vazgeçmezler.

Uğrunda dövüşecekleri kendilerine ait bir fikirleri yoktur belki ama uğrunda dövüşecekleri bir hayatları var ve bunun için dövüşürler.

Siyasi iktidar herkesi “kasabalı” yapacağım derken çok büyük bir kavga çıkaracak burada.

Belki de gelişmiş bir ülke olabilmek için böyle kapsamlı ve gerçek bir kavgadan geçmemiz, herkesin boyunun ölçüsünü alması gerekiyor.

Bu kavga, sanıyorum şehirli Kemalistlerin demokrasiyi keşfetmelerini de sağlayacak, çünkü gerçek demokrasiler ancak gerçek kavgalardan çıkıyor.