Yıllardır Avrupalı liberaller, Yeşiller, sosyal demokratlar, hatta komünistler ne aralarında ne de AKP ile aynı siyasî çizgide olmalarına rağmen AKP’nin icraatını doğru okudular ve desteklerini de her fırsatta gösterdiler. Bu siyasetin, herkesin hafızasında olan en simgesel örneği 15 Aralık 2004 günü Avrupa Parlamentosu’nda üyelik müzakerelerinin başlaması için kalkan ‘Evet’ pankartlarıdır. AKP hükümete ilk geldiğinde Avrupalı ve Amerikalı kafalarda oluşan soru işaretleri yerini, 2002-2004 dönemindeki reformcu hamleler ve bunların toplumsal yansımalarıyla hızla ciddi ve anlamlı bir desteğe bıraktı. Bu heterojen kitle muhafazakâr hıristiyan demokrat camiaya karşı, AKP’nin temsil ettiği ‘müslüman demokrat’ siyasetin İslam ve siyasi İslam’la ilgili tüm ezberleri bozan yepyeni bir ufkun ilk temsilcisi olduğundan hareket ederdi. Nitekim birkaç yıl içerisinde, İslam’la modernliğin, İslam’la demokrasinin bağdaşamayacağını, sadece askerî ve laikçi dayatmanın müslüman ülkelerde modernliğe kapı açacağını iddia eden klişelere karşı Batı’da yeni bir bilimsel araştırma alanı oluştu.

Bu minvalde, AB dinamiğinin dönüştürücü etkisi, Türkiye’nin AB içinde olması gerekliliği ve Avrupa’nın yeni Türkiye ile olan sinerjisini işleyen sayısız gazete makalesi, bilimsel makale, mastır ve doktora tezi yazıldı, hâlâ da yazılıyor. Avrupalıların ilgisi AKP’yi içeride desteklediği gibi dışarıda da imajının oluşmasına büyük katkı sağladı. Arap dünyasının Türkiye ilgisi ‘One minute’ten evvel, sivilleşme ve AB serüveni üzerinden şekillendi. ABD, AKP yönetiminde AB yolunda ilerleyen Türkiye’ye bakarak, yıllardır Avrupalılara yaptığı ikazlarda ne kadar haklı olduğunu kanıtladı. Bu hava 2005 sonrasında tavsamaya başlayan AB-Türkiye ilişkilerine ve tıkanan değişim sürecine rağmen sürdü.

Son bir yıldır Yeşil/Liberal/Sosyaldemokrat desteğin, yerini ciddî bir sorgulama ve kaygıya bıraktığını görüyoruz. Aynısı ABD ve esas Türkiye’deki destek için geçerli. Ayaklanmalar sonucunda artık ‘Kurtarıcı Erdoğan‘a pek ihtiyacı kalmayan Arap dünyasının bakışı da cabası. Gelişmeler, her itiraza ‘sana ne’ diyen Başbakan’ın umurunda olmasa da bunlar ne AKP ne de Türkiye’nin hayrına. Çünkü Türkiye’nin dönüşümü için tüm bu etkileşimler, alışverişler, esinlenmeler gerekli ve yararlı.

Economist AKP’nin reformcu, ezber bozan, cesur ve iradeli siyasetini her daim desteklemiş bir dergi iken ne oldu da AKP’ye başka gözle bakmaya başladı? Keza Financial Times, Time veya New York Times. Bu ve diğer irili ufaklı pek çok yabancı yayın organı, giderek daralan demokrasinin yanında Erdoğan’ın giderek genişleyen otoriterliğinin farkında. Ne de olsa iktidarın, en demokrat politikacının dahi kimyasını bozduğu tecrübeyle sabit. Yabancı gözlemciler tıpkı yerli gözlemciler gibi anayasada yerini bulacak güçlü fren ve denge sistemleri gerektiğinin altını çiziyorlar. Muhalefete olan ilgileri ise muhalefetlerin programlarından ziyade onların varolmaları gerekliliği ile alakalı.

Muhalefet eksikliği demokrasinin sonudur

AKP Türkiye’nin hem iktidarı hem muhalefetiydi. Gerçekleştirdiği reformların sistemin kılcal damarlarına dokunan nitelikte olması kendisinden daha reformcu bir siyasî oluşuma neredeyse alan bırakmıyordu. Partilerdışı sivil siyasî muhalefetin ise bir kısmı AKP’nin yanında diğer kısmı da yeterli ağırlığa sahip olmadığından siyaset sahnesini yıllarca AKP doldurdu.

Zamanla, vesayet kurumlarının tasfiyesi sonrasında partinin demokratik işlevi, taraftarına açtığı alana sıkıştı kaldı. Kendisi gibi düşünmeyenlerle, diğer dışlanmışlarla yeterince empati kuramadı. İktidarını merkeze yanaşarak icra ediyor olması reformist iştahını kestiği gibi, tüm ‘muhalif’ kimliğini de alıp götürdü. Bugün ne laikliğin yeniden tarifinden, ne askerÎ vesayetten layıkıyla kurtulmaktan, ne de demokrasi alanını açmaktan eser kaldı. Reformcu dönemin altyapısı ve kazanımları hızla eriyor. Parti kendi tabanının bile gerisine düştü. Demokrasi ve toplumsal dönüşümü de, toplumun gazını avm, duble yol ve tüketimle alma ilkelliğine indirgeyince peri masalı en azından destekçileri açısından sona erdi. ‘Yazık oldu’ yollu ifadeler bu yüzden her yazıda, her gözlemde görülüyor. Demek ki hem iktidar hem muhalefet olunmuyormuş!

Demokrasisi oturmamış ülkelerde iktidarlar dikensiz gül bahçesi ararlar. Muhalefet ile etkileşimin değerini bilmek istemezler. AKP iktidarının muhalefeti yoktu, ucu gözükünce muhalefetsevmezliği açığa çıkıverdi.

Toplumsal itirazın yanında, CHP ile BDP’den oluşacak güçlü bir muhalefet 3. Erdoğan hükümetinin ve Türkiye’nin şansıdır. Zira ülkeye gereken AKP-CHP-BDP’nin, anayasa ve Kürt sorununun çözümü için oluşturacakları fiilî bir koalisyon. BDP’nin önerileri müesses nizam açısından ne kadar uç ve uçuk olursa olsun artık AKP’ninkilerin önünde. Darısı CHP’nin başına. Bu muhalefet sonuçta bir işe yaramasa dahi referandum sonrasında Başbakan’da beliren özgüven patlamasına bir yenisinin eklenmesini engelleyecektir.