Dün geceden başlayarak bugünün ilk saatlerine kadar HDP Eşbaşkanı Demirtaş Fox tv de gazeteciler ile bir sohbet içindeydi. Azımsanmayacak bir kitle gecenin geç saatlerinden bugünün ilk saatlerine kadar bu sohbeti dinledi. İnsanlarda tebessüm uyandıran, insanları yaşadıkları ülkede yarınlara umutla bakmasını sağlayacak bir atmosfer vardı. Bunu ben en çok da Demirtaş ile sohbet eden gazetecilerin yüzlerinde, hayretlerinde, heyecanlarında gördüm. Bir televizyon programının, hele hele bir parti “lideri” ile bir televizyon programının alışagelmiş bir formatı vardır, gazeteciler sorar –büyük bir “ciddiyet” içinde- ve “lider”lerde aynı “ciddiyet” içinde cevaplarını verirler ve bu şekilde program biter. Ama dün gece başka bir şey oldu; gazeteciler de Demirtaş’da umutlu, mutlu, özgür bir Türkiye için sohbet ettiler.

Bu mutlu ve de umutlu seyir ekranları başlarındaki insanlar, sosyal medya üzerinde izleyen ve de bir şeyler paylaşan insanlar içinde geçerliydi. “Güvenmeyin, bana da güvenmeyin. Liderlere değil, sadece ilkelere güvenin. Bir lider gelecek bizi kurtaracak düşüncesinden kurtulmalı bu ülke. Bizi ilkeler kurtaracak.” Bu ekranlarda böylesi bir cümleyi belki de ilk defa duydu/izledi insanlar. Bir parti “lider”i ilk defa kendisinden çıkarak, kendisini siyasetin merkezine koymadan, “yarın ben olmayabilirim elbette”, diyerek siyaset konuştu. Hani bu ülkede her mesleğin “uzman”ı kendi yaptığında hep kutsallaştırarak anlatır ya, işte Demirtaş öyle bir şey yapmadı. Bu yaklaşım anlatım biçiminin insanlara iyi geldiğini görüyoruz.

Hani bu ülkede siyasetçiler hep bir tehlikeye işaret eder ve onun üzerinde de kendilerini kurarlar ya, korkulu, kaygılı, endişeli gözler ile, evet Demirtaş’ta da kaygılarını, endişelerini paylaşıyor ama korkulu gözler ile değil, korkutarak değil, güvene çağırarak, birlikte olmaya çağırarak. Siyaset bu anlamda endişe ve korku çağırdı. Böylesi programlarda da devam etti bu yaklaşım. İşte şimdi korkmadan, korkmaya çağırmadan birlikte eşit, özgür, ortak bir yaşama çağrı var. Bunlar ilk defa söylenmiyor elbette. Ama belki ilk defa bu kadar geniş kesimlere bunların anlatılma koşulu yaratıldı. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası bu anlamda oldukça iyi bir süreçti. Şimdi hepimiz bu sürecin genel seçimlerde de devam ettiğini izliyoruz.

İnsanların önemli bir kesimi “ama”, “acaba” ile bu tartışmaları izliyor, kalbi ve eskiye takılmış aklı arasında. Bu toplum devletin/iktidarların bu toplum üzerinde ciddi ayrıştırıcı politikaları oldu. İnsanları inançlarından, etnik aidiyetlerinden, cinsiyet ve cinsel yönelimlerinden doğru ayrıştırıp bir birlerinden kopardılar. Bu ayrıştırma siyasetini bütün şiddet biçimleri ile gerçekleştirdiler. Bu ülkede kendisi gibi düşünmeyen, kendisinin dilinden konuşmayan, kendisi gibi ibadet etmeyen, ya da hiç ibadet etmeyen insanlar hep karşı karşıya oldular. Bunu devlet bütün kurumları, imkânları, gücü ile gerçekleştirdi.

İşte şimdi bambaşka bir şey oluyor, başka olmaktan korkmayan, başka olanı kendisi gibi olmaya çağırmadan yan yana duran, birlikte heyecanla, umutla özgür yarınları için mücadele eden insanlar var. Bu insanlar hiç de az değil, doğru olmak, doğru söz söylemek evet her zaman vardı, ancak bu ülkede doğru söz, doğru yaşam, birlikte onurlu ve umutlu yürüme ilk kez bu kadar kitleselleşti. Demirtaş barajı aşıp açamayacağı tartışılan bir partinin başkanı olarak değil, bütün bu çokluğun bir parçası olarak konuşuyor. Onun için bu kadar rahat, içten, samimi ve güler yüzlü konuşuyor.

Bizim olanı, devletin çeşitli oyunlar ve de korkunç şiddet ile gasp ettiğini şimdi daha büyük bir çokluk ile istiyoruz, devletin bütün yalanlarını yüzüne çala çala. İşte budur insanları bu kadar mutlu ve de umutlu kılan. Halkların Demokratik Partisi ve de emek veren bütün insanları bu ülkeyi bir coşkuya, umuda, halaya, horana, zeybeğe çağırıyor. Oysa bu devlet halayın, horonun ve de zeybeğin, semahın karışmaması, bir arada durmaması için bir yüzyıldır kan akıtıyor… Artık başka bir şey oluyor, hepimiz buna daha çok daha çok katalım emeğimizi, umudumuzu!