Bu iktidar dedikleri nasıl bir şeyse insanları çıldırtıyor.

Kaddafi’yi izliyoruz.

Kırk iki yıldır oturduğu koltuğa doyamadığı için halkını öldürtüyor, aralarında talihsiz bir Türk işçisinin de bulunduğu insanların üzerine ateş açtırıyor, bütün ülkeyi “ev ev basarak” kendine karşı olan herkesi yok edeceğini söylüyor.

Petrol tesislerini patlatmaktan söz ediyor.

Ve, öldürttüğü her insanla birlikte kendi ölümüne biraz daha yaklaşıyor.

Kaddafi’nin askerlerinin vurduğu her insanla birlikte Kaddafi’nin o ülkeden canlı çıkma şansı azalıyor.

Bu delirmiş haliyle dünyanın ekonomik dengelerini de altüst ediyor, petrol fiyatlarının yükselmesine neden oluyor.

Şimdi artık yalnızca Libya halkının değil, diğer devletlerin de hedefi durumunda.

Kaddafi’nin kaçması halinde kendisini kabul edebilecek bir ülke bulması da gittikçe zorlaşıyor.

Tam anlamıyla bir çıkmaza sokuyor kendisini.

Önünde ölümden başka açık kapı bırakmıyor.

Bütün bunlar niye?

Artık bittiği çok açık olan bir iktidarı birkaç gün daha sürdürebilmek için.

Böyle vahşileşebilmesi, böyle körleşmesi, iktidar çıldırmasına uğramasından.

Yönetimi, gücü ele geçirmek için “insanların ölümü” üzerine oyun kuran yalnızca Kaddafi değil.

Güç ve iktidar tutkusu yalnızca Kaddafi’yi delirtmiyor.

Bizim ülkemizde de buna benzer göz kararmaları yaşayanların olduğu her gün biraz daha ortaya çıkıyor.

Bugün, “fuhuş ve askerî casusluk” davasının iddianamesini okuyacaksınız bizim gazetede.

Bir ülkenin kendi ordusundan subayların, iktidarı ele geçirebilmek için neler yapmış olduğunu gördüğünüzde dehşete kapılacağınıza eminim.

Kadınları kullanan, gizli videolar çeken, üstleri hakkında istihbarat dosyaları tutan bu subayların en büyük arzusu ne biliyor musunuz?

TÜBİTAK’taki “sınır güvenliğiyle” ilgili araştırmaları ve buluşları engellemek.

Türkiye’nin sınırlarının “güvensiz” olmasını istiyorlar.

Asli görevi “sınırları korumak” olan bir ordunun bazı elemanları o sınırları “güvensiz kılmak” için uğraşıyor.

İddianameye göre, bu subayların konuşmalarında ve yazışmalarında en çok vurgulanan ise “sınır güvenliğinin” sağlanmasının “dağ kadrolarını” rahatsız etmesi.

Şimdi bir dizi soruyla karşı karşıyayız?

Kim bu “dağ kadroları”?

Ordunun “sınırdan sızacak” gizli dağ kadroları mı var?

Yoksa bu subaylar “dağ kadroları” derken PKK’yı mı kast ediyorlar?

PKK kadroları içinde, ordudaki bir cuntaya bağlı “subaylar” mı bulunuyor?

Yoksa bir cunta PKK kadrolarıyla gizlice işbirliği mi yapıyor?

Niye ordunun bazı subayları, “dağ kadrolarını” koruyabilmek için fuhuş örgütü kuruyor, şantaj kasetleri hazırlıyor, üstlerini fişliyor?

Niye kendi hayatlarını, geleceklerini, isimlerini tehlikeye atıyorlar?

Savaşı kızıştırmak ve “darbeye” yol açabilecek bir kaos yaratmak mı amaçları?

PKK’yla işbirliği mi yapıyorlar yoksa PKK kılığında dağlarda dolaşan kendi adamları mı bulunuyor?

Türk ordusunu hedef alan bazı saldırıları PKK’lı kılığındaki Türk subayları mı gerçekleştiriyor?

Yoksa bazı subaylar bu saldırılar için PKK’ya yardım mı ediyor?

Ediyorsa ne karşılığında yapıyor bunu?

Daha önce de bir teğmenin “Heronların rotasını değiştirin” diye üstlerini aradığını saptamıştı istihbarat teşkilatı.

Genelkurmay Başkanı, “darbe sanıklarını” ziyaret etme konusunda gösterdiği aceleciliği, bu dehşet verici soruların cevaplarını bulmak için de göstermek zorunda.

Sadece cevapları bulması da yetmez, bu cevapları halkıyla da paylaşmaya mecbur, sınırları korusun diye bu milletin yetiştirdiği, parasını verdiği, silahını aldığı bir ordunun içinden “sınırların güvenliğini yok etmeyi” amaçlayan birileri çıkıyorsa, ordu bir açıklama yapmadan geçiştiremez bu durumu.

Taa 27 Mayıs’tan bu yana devam eden darbecilik geleneği mahvetti bu orduyu.

Sonunda geldiğimiz yere bakın.

Kendi ülkesinin sınır güvenliğini yok etmeye uğraşan subayların bulunduğu bir ordumuz var.

Delirmek böyle bir şey herhalde.

İktidar için insanların ölümüne yol açmak, kendi insanını ölüme sürüklemek.

Libya’da bir Kaddafi var.

Korkarım bizdeki Kaddafi’lerin sayısı Libya’dakinden de fazla.