Bugüne kadarki birçok kontrgerilla cinayeti yada katliamında tetikçiler ya yakalanamamış ya da daha sonra aramıza kahraman olarak salınmak üzere özellikle yakalanmıştır. O tetikçilerin ardındaki o devasa derin, paralel ve açık görünür yapı ise hiçbir zaman yargı karşısına çıkarılıp, mahkum edilmediği içindir ki cinayetler de işlenmeye devam etmiştir.

İlk kez bu manzarayı Savcı Doğan Öz tespit ederken aynı zamanda kendi ölüm fermanını da imzalamış olduğunu da belki biliyordu. Ailesi Öz’ün kontrgerilla tarafından katledilmesinden sonra yıllarca cinayetin izinin tek başlarına takipçisi oldular. Araya 12 Eylül darbesi girmesine rağmen. O çok zor süreçte kim bilir dost bildikleri kaç kişinin gerçek yüzlerini gördüler. Yol da mücadele de çetin. İlerlerken mevcut statükoyu sarsarak gitmek şart. Geçmişte bilinen, öğrenilen her şeyi tekrar sorgulamayı gerektiren o uzun ince yolda yalnızlığı göze almak demek. Ve öyle de yaptılar. Doğan Öz’ün hukuka olan inancının mirasçısı olarak her şeyi anlamlandırarak o yolda yürüdüler.

Doğan Öz bu memlekette hak arayışına girerken nelerin olabileceğini göstermesi bakımından en anlamlı örnektir. Çünkü katil kontrgerillanın ruhu ve bedeni devlettedir ve devletin dizayn ettiği topluma serpiştirilmiştir. Medyadır, yargıdır, meclistir, üniversitedir.

Kontrgerilla da bu ruh ve beden ile cinayet ve katliamlarını tezgahlayıp işlerken hep bu kurumsal güçlülüğüne güvenir.

Yüzyılların entrika becerisi, istihbarat, karşı istihbarat tecrübesi ile eylem planına o büyük paydayı hep dahil ettirir.

Devletin hep hedefinde olagelmiş, toplumsal nefret ikliminden çıkarılmamış Ermeniler, Hıristiyanlar, Aleviler, Kürtler, muhalifler kontrgerilla operasyonlarının vazgeçilmez hem av hem de kurban potansiyelidirler. Son 7 yılın kurbanları ise Hrant Dink, Rahip Santoro, Uğur Yüksel, Tilman Geske ve Necati Aydın’dı. Bu cinayetlerin bir yanı hükümet düşürme stratejisinin bir yerinde dursa da o hükümetin hemencecik benimseyiverdiği devlet nefesi ve refleksi bu karanlığın sürmesine sebep olmaktadır.

ZİRVE KATLİAMI DAVASI

Son 7 yılda iki kez mahkeme heyeti ve savcılık değiştirmekle karşı karşıya kalan bir davadır bu. Halbuki bu davada ender görülebilecek bir direnç ve kararlıkla katliamın mağdur aileleri ve yakın çevreleri yalnız suç üstü yakalanan tetikçileri değil katliamı örgütleyen tüm o karanlık yapının aydınlanması için davanın müdahil avukatları ile birlikte 7 yıl boyunca mücadele etmek için Malatya’ya yol yaptılar. Bu mücadeleyi her türlü tehdit, hakaret, yalnızlık ve manipülasyonlara karşı inatla sürdürdüler.

Tüm bu olup bitenler karşısında sözü yine ‘bizimki’ne bırakacak olursak şöyle diyecektir:

Ya ne diye öyle başına buyruk yol alıyorsunuz ki? Size sunulmuş tetikçilerle yetinmek varken, aziz Türk/Müslüman/Kemalist fikir dünyasından, yargısından, basınından, polisinden, akademi dünyasının verdiği eli tutmadan, onları dinlemeden yol alınır mı hiç? Ki Onlar bugüne kadar tüm Hıristiyan halklarına, Ermenilere, Alevilere, Kürtlere hatta biz dindarlara nasıl yaşamaları gerektiğine karar vermiş hatta yetmemiş nasıl mutlu olunabileceğini dahi tayin etmişlerdir. Sen gel el ve icazet almadan, had bilmeden belirlediğin yola devam et! Kaç kez söylendi ve çerçevesi belirlendi bu cinayetlerin. Daha ne diye zorluyorsun ki? Sen bunu basit bir din düşmanlığı/nefret cinayeti olarak görme, kalk tetikçilerin arkasına azmettirici olarak halka halka iktidarların her daim parçası olacak kesimleri koy!

İşte gördün 17 Aralık yolsuzluk soruşturması daha derinleşip bizleri yutacak ve hükümetimizi düşürecekken bir dönem savcısı olduğum ergenekon davasını adamlarımla birlikte bir anda hokus pokusla yok etmeyi de bilirim.

Yine dillendirmeyin öyle ‘bunlar sizin hükümetinizi düşürmek için yapmadıkları plan, girişim bırakmadı’ diye hatta bizi öldürmeyi bile düşündüklerini. Ya size diyorum ki o badireleri savcılık yaparak atlattım şimdi ise savunma avukatlığı yapmak zorundayım. Ne yapıp edip olanı biteni şapkadan çıkan tavşan misali yapıp o tavşanı sihirli kelimelerle tekrar şapkaya sokmam lazım. Sihirli kelimelerim “kumpas” ve ”montajı” günde 3 kez söyledin mi dileğin kabul oluyor. Hatta istediğin her şeyi uçuruyorsun. Kendini bile!

Bu kelimeleri yeni müttefiklerimden öğrendim. Onlar yıllardır bu sihirli cümleleri söylüyorlardı. Onların inanmış izleyicileri ile alay ettim. Çok üzgünüm bugün. Gün ne de olsa İstiklal Savaşı dönemi. 1919‘da yine buna benzer bir Malta davaları olmuştu. O zaman da İstiklal Savaşımız silip süpürmüştü o kumpasları. Şimdi de elbirliği ile tüm kasetleri, cinayetleri, eylemleri, darbeleri kuş olup uçuracağız.

Barolar Birliği Başkanımızla başlattık bu süreci inşallah Başbuğ paşamızın çizdiği yolda devam edeceğiz. Başbuğ paşamızın isabetle belirttiği üzere bu daha başlangıç gerisi gelecek. Aslında bir anda hepsini çıkartacağım fakat seyirci öyle bir kaybedişe hazır değil. Zamanla hazırlanacak. Barolar Birliği başkanımızın paşamızla birlikte aynı fotoğraf karesinde olmasını görüp, paşamızın sevgi ile hareket edeceğini yüreğinde kin ve nefrete yer vermeyeceğini söylerken gözyaşlarımı tutamadım. Paşamızı tıpkı istediği gibi Kürtlerle beraber bir afla çıkarmadık.

Kendisine sormadık ama Erhan Tuncel ve Zirve sanıkları ile aynı anda çıkmış olmaktan rahatsızlık duymayacağını düşündük. İsimlerini saydığı tüm dava arkadaşlarını ise talimat verdim en yakın zamanda çıkaracaklar. Barolar Birliği Başkanımız için de Silivri’de bir bina yaptırıyorum ki gidip gelerek yorulmasın, oradan idare etsin. Tekrar söylüyorum ki onlara darbeci dedim diye bugün utanıyorum. Neyse ki paşam kin tutmuyor. Umarım dava arkadaşları da bu mesajı aldılar, bana ve hükümetime artık kin tutmazlar. Evet sağ olsun paşam, hüküm verilse dahi tahliye ile bu davaların bittiğini anlatması bizim işimizi kolaylaştırdı. Zor günlerden geçiyoruz. Anlayın artık. Az siz de paşam gibi affedici olun.