16/12/2018 tarihinde Adapazarı'nda oğlu ile yolda yürürken kendilerine sorulan 'Kürt müsünüz. Suriyeli mi ?' şeklindeki soruya 'biz Kürdüz' diye cevap veren babaya 'zaten biz Kürtleri hiç sevmiyoruz' diyerek ateş açılmış, baba oracıkta ölmüş, oğlu ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştı. Bugün ise gazetelerden okuduğumuza göre valilik konuyla ilgili soruşturma açtığını, sanığın yakalandığını, olayın sarhoş kişilerin karşılıklı galiz küfürlerle ağız dalaşı sonucu meydana geldiğini ve konunun daha fazla uzatılmaması gerektiğini belirtiyor...

Bu kadar basit ve kısa açıklamayı biz fanilerin yeterli bulması bekleniyor...

Bu ülkede Kürtlerin varlığı Kürt olarak hiç kabul edilmedi. Sadece son 40 yılda ortaya çıkan bilanço; 60.000 insanımızın ölümü, yaklaşık 1tirilyon dolar maddi kayıp, binlerce faili meçhul, acı, zorla göç ettirmeler, umutsuzluk, halkların birbirine karşılıklı düşmanlığını körüklemeler...

Tüm bunların kaynağı Kürtleri inkar, imha ve asimilasyon politikasıdır. Devletin en yetkilileri tarafından açıklanan 'tek terörist kalmayıncaya kadar savaşa devam' siyaseti bıyığı henüz terlemiş yaştaki Kürt gençlerini dağa çıkardığını ne zaman anlayacağız?

Geçmişe fazla dalmadan sadece son 40 yıldan beri devam etmekte olan inkarcı, asimilasyoncu ve imhacı politikalar insanlar arasında kin ve nefret tohumlarını yeşertti. Bu politika halklar arasında kardeşliği değil, düşmanlığı besliyor. 'Biz Kürdüz' diyen biri 'zaten biz Kürtleri sevmiyoruz' diye kıyıma uğruyorsa ve bu, sıradan, gayet normal bir olay olarak algılanıyorsa o toplumdan barışı, huzuru, beraber yaşamayı bekleyemezsiniz. Devlet yetkilileri buna savaş diyorsa, hiçbir devlet böyle bir savaşı kazanamaz. Zira siz çocuklarla savaşmaya, kendi mahallenize tanklarla girmeye başladığınızda o savaşı daha baştan kaybetmişsiniz demektir, orada yaşayanları tek kişi kalmayıncaya kadar kırsanız, bebekleri, yaşlıları, kadınları öldürseniz de savaşı kazanamazsınız artık. Böyle bir durumda bütün dünya, bütün insanlar, bütün tarih o çocukların şarkılarını, o çocukların, o kadınların çığlıklarını dinler...

Yıllar önce gazetede okumuştum. Bıyığı henüz terlemiş Kürt çocuklarının dağa çıktığının nedenleri konusunda çok iyi bir örnek olduğu için yazıyı noktasına, virgülüne dokunmadan buraya alıyorum ve yazımı bu alıntı ile bitirmek istiyorum:

 ''İKİ ÇOCUK DAĞA ÇIKSA...

Adı Serhat Tugan. Hakkarili. Haziran 1972'de doğdu. Yani bugün 43 yaşında. 1988 Kasım'ında, yani henüz 16 yaşında iken, Filistin halkının önemli bir kazanım elde ettiği bir gün iki arkadaşı ile birlikte Hakkari'de bir bildiri dağıttı. Çocukça bir bildiriydi. Okusanız gülüp geçeceğiniz bir bildiri. ''Filistin halkı kazandı, darısı bizim, Kürt halkın başına'' anlamında bir bildiri. Daha o gece polis tarafından gözaltına alındı.

İşkence Hakkari Emniyet Müdürlüğü'nde başladı ve adı işkence ile özdeşleşmiş Diyarbakır 5 No'lu Cezaevinde 10 ay devam etti. Tutuklu yargılanıyordu ve sonunda beraat edip Hakkari'ye döndü.

Ancak gördüğü ağır işkenceler belleğinde ve ruhunda ağır yaralar açtı. Baba ocağında geceleri sürekli balkon kapısının yanında yatmaya başladı. Eğer polisler yeniden onu almaya gelirlerse balkondan kendini atıp ölmeye karar vermişti. 16 yaşındaydı...

Haklıydı da... Beraatın bir anlamı yokmuş. Hakkari polisi Serhat Tugan'ı av belledi. Onu kentte sürekli taciz etti. Sokak ortasında elbiselerini parçaladılar, şalvarını yırttılar, ayakkabılarını ayağından aldılar, herkesin önünde tahkir edildi. Evleri ayda bir basılıyordu. Ailenin bütün mahremiyeti ayaklar altına alındı. Bir baskın sırasında yere yatırılan annesinin başına çamurlu bir postalla basıldığını gördü.

 Bardak taştı. Dağa çıktı. Yani PKK'ye katıldı.

 Bir yıl sonra dağda yakalandı. Diyarbakır 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) yargılandı. Diyarbakır Kriminal Laboratuvarı raporunda örgütün verdiği silahın hiçbir eylemde kullanılmadığını belirtti. Mahkeme de onu örgüt üyesi olmaktan 12 yıl 9 aya mahkum etti. Ancak Yargıtay bunu yeterli bulmadı. Serhat Tugan'la aynı kod adını taşıyan (Şerwan) bir PKK'linin silahlı eylemlere katıldığından hareketle Serhat'ın Türk Ceza Yasa'nın 125. maddesi uyarınca 'vatana ihanet' suçundan idama mahkum edilmesini istedi. Avukatlarının 'O Şerwan bu Şerwan değil' yollu itirazları ve gösterdikleri güçlü kanıtlara rağmen DGM yargıçları Serhat Tugan'ı idama mahkum etti. Yaşı küçüktü. Cezası ömür boyu hapse çevrildi.

Özet: Hakkarili Serhat Tugan adlı bir delikanlı PKK'ye katıldığı, tek bir mermi sıkmadığı halde başka birinin işlediği bir suç yüzünden tastamam 25 yıldır hapiste yatıyor. Girdiğinde 18 yaşındaydı. Bugün 43 yaşında...Yani yaşamının en güzel çağlarında zindanda...Tastamam 25 yıldır...

Şimdi...

Serhat Tugan'ın ağabeyi, kardeşi, ablası, kız kardeşi, kan kardeşi, sevgilisi, sınıf arkadaşı mahalle arkadaşı olsaydınız ve bütün bunlara tanık olup yakından değil içinden yaşasaydınız dağa çıkmayı düşünür müydünüz ?

 Cevabı bana değil, kendinize verin e mi ?

 Bin bir sebebe bir tane daha ekleyeceğim.

 Bu bir bant kaydı. Kandil Dağı'nda bıyıkları henüz terlemiş, ergenlik sivilcelerinin izleri henüz silinmemiş bir Kürt delikanlı ile yapıldı. Yapıldığı yeri söyleyemem. Savaş jetlerine koordinat vermiş olurum. Adını da yazamam. Babası, anası ve hısımları hala o köyde yaşıyor. Anlattıklarını ona çaktırmadan kaydettim. Cep telefonumu ses alma aygıtı olarak kullandım. Bu meslek etiğine aykırı davranışımda kusurumu kabul ediyorum, ama yine de anonim bir kayıt gibi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gerilla olmuş, boyuna yakın tüfeğine dayanıp bana anlatan delikanlı kırık dökük Türkçesi ile konuşuyor :

 ''... Ben küçüktüm biliyor musun? İlkokula yeni başladıydım. Asker geldi bütün köyü meydana topladı. Mektebin önündeki meydana yani. Kumandan ''Gerilla gelmiş, siz ona yemek vermişsiniz, gece olmuş yatırmışsınız. İki çuval da un hedaye etmişsiniz. Kim verdi çıksın meydana'' dedi. Tabii kimse çıkmadı. Neden bilmem dedemi seçti kumandan. Dedem benim hemen yanımda. Kumandan ''sen mi verdin'' diye sordu. Dedem Türkçe bilmiyor. Ben söyledim. O başını salladı. Yani ı-ıh dedi. Kumandan emir verdi. Askerler dedemi soydular. Hepsini. Tumanını da. Yani daltaşak bıraktılar meydanda. Çükü bile görünüyor. Böyle ufak, buruşuk bir şey... Anam gördü, ninem gördü, bibilerim gördü. Gelin de gördü. Bütün köy halkı gördü. Asker gitti. Sabahınan dedemi samanlıkta ölü bulduk. Kendini asmış. O yaşımda dağa çıkmağa karar verdim. Gördüğün gibi buradayım. Dağda.''

 Dedenizi bütün köyün önünde çırılçıplak soyup karısına, kızına, gelinine, dal taşak teşhir etseler dağa çıkmayı düşünür müsünüz, düşünmez misiniz? Dağa çıkar mısınız, çıkmaz mısınız?

Cevabını bana değil, kendinize verin e mi ?'' ( Aydın Engin, 6 Ağustos 2015 Cumhuriyet )