4 Eylül 1926 Viyana doğumlu olan Ivan Illich 1970’ler Parisinin sol entelektüel ortamında kamusal eğitimin zamanını tamamladığı, hatta gönüllü hapishanelere dönüştüğü üzerine bilimsel makaleler yazar. Bu makaleleri ‘Okulsuz Toplum’ kitabında bir araya getirilir. Illich; “Günümüzdeki eğitim sisteminde okuldaki eğitim, öğretilen konu odaklı bir yapıya sahiptir. Pasif konumda bulunan öğrenen, sadece okulun verdiği ile yetinmek zorunda bırakılmaktadır, yani öğretim hedefleri okul kurumu tarafından belirlenir” diyerek bunun insanı özgürleştirmek değil, tam tersine sisteme itaat için inşa edildiğini söyler.

Ivan Illich’in hayali Covid-19 zamanında gerçek oldu. Salgın tehlikesine karşın ilk kapatılan okullar oldu. Dünyanın her yerinde milyonlarca öğrenci sadece Yeni Dünya’nın dininden değil, aynı zamanda, dünyanın en hızlı gelişen iş sektöründen de kurtulmuş oldu. Ebeveynler de zorunlu kalma hallerinin bir parçası olduklarından bu kez evlerde/kapatılmış hayatlarda çocukları ile birlikte yeni eğitim sürecinin de bir parçası oldular. Uzaktan eğitim hiç olmadığı kadar hayatın içine oturdu. Bu süreçten sonra ‘şenlikli’/özgür eğitim için ne kadar deneyim biriktirebileceğiz, sistemlerin Irkçı/militer eğitim sistemlerine karşı nasıl mücadele edeceğiz soruları ve tartışmaları ile süreç devam ediyor.

Ancak her şekilde özellikle kapitalist sistem tarafından kışla ve gönüllü hapishanelere dönüştürülen okullu sistemler üzerine insanların ne kadar düşündüklerini öngörmek de mümkün değil. Bütün bu tartışmalar ve evdeki “eğitim” hallerine bizler de dahil olduk. Fransa’dan doğru ben ve Joseph, Ankara’dan Damla (16), İstanbul’dan Rozerin (13), Eylül (12), Hivda (9), Merdan (4), Sertav Çiya (16), zaman zaman da Destina, Zeycan, Gülcan, Ayla ve Nurcan’ın katılımları ile kalabalık bir ortam olduk. Şenlikli eğitimlerimizde dört temel başlık var; Ortak bir dil geliştirmek için İngilizce, dünyamızı tanımak için Ülkeler Coğrafyası, yemek pratiklerimiz için Mutfak, sanat ve kültürel faaliyetler.

Bir ara geleneksel eğitim sistemindeki ödevler işine kaymış olduğumda Eylül’ün “Ama Ercan, bizimki okullu dersler değil ki, onlar zaten veriyor bir sürü ev ödevi, çok yoruluyorum, şimdi sen de…” dediğinde ayarımızı tekrar gözden geçirdik. Şenlikli Eğitim’den şaşmadan devam ediyoruz. En son yürüttüğümüz tartışmalardan bir tanesi vegan ve vejetaryen üzerine oldu. Bu çalışma bağlamında Eylül ev içi röportajlar gerçekleştirdi, Damla oldukça kapsamlı bir araştırma yapıp bizimle paylaştı. Rozerin ise bir yazı kaleme aldı. Rozerin’in yazısını paylaşıyorum:

“Vejetaryen hayvansal etleri ve gıdaları yemeyen ve beslenmelerini sadece bitkisel gıdalardan alan kişilere denir. Veganlar ise hayvansal hiçbir gıdayı yemeyen ve beslenmelerini sadece bitkisel gıdalardan alan bu konuya inanmış kişilerdir.

Veganlığın oluşma amaçları:

1-Etik Unsurlar

2-Çevresel Unsurlar

3-Sağlık Unsurları

Bana göre vejetaryenlik ve veganlık mide, kültür ve hayvan sevgisi sonucu oluşan bir olaydır. Mesela hayvan sevgisi, belki de hayvanlara olan sevgilerinden dolayı bu fikri düşünmekteler. Sonuçta hayvanlar insanların sadık dostudur. Düşünsene dostunu kesip yiyorsun. Bence onlar da bu yüzden bu fikirdeler. Sonuçta başka yiyecekler ile de doyuyorsun. Neden makarna, ekmek, salatalık yiyeceğine bir hayvanı kesip yiyesin ki?

Bilimsel açıklamaya göre etten aldığın protein ve minerali kuru bakliyattan da alabilirsin. Ben pek veganlığa anlam veremiyorum sonuçta hayvanın etini yemezsin ama bu hayvandan yararlanamayacağın anlamına gelmez.

Şimdi anlatacaklarım ise annemin (Ayla) düşünceleri. Anneme göre etten aldığımız protein ve mineraller sebze ve meyvelerde de var. Annemin düşüncesi vejetaryenlik ve veganlığın bizim ülkemiz ve coğrafyamızda az olması dini inançlardan kaynaklanıyor. Çünkü bizim ülkemizde hayvan kesmek dini bir olaydır. Mesela adak adamak ve kurban bayramı.

Allaha olan sevgin ve inancın için niye hayvan kesesin ki?

Bizim burada et yemek bir üstünlüktür. Mesela evine bir misafir geldiğinde et pişirmezsen göze hoş gelmez. Çünkü et burada pahalı ve önemli bir şey. Mesela benim abim Sertav Çiya et yemeden yaşayamaz. Abime "Vejetaryen olsan ne hissederdin" dediğimde bana verdiği cevap "Git şuradan Rozi etsiz hayat mı olur?".

Bence olur. Abim et yediği için kendini yemeyenlerden üstün gördüğünü söylüyor. İşte asıl olay da bu, bizim milletimiz de bu düşünceye inanıyor.

Yani anneme göre bu olay kültür ve damak zevkidir. Şimdi gelelim benim biricik kuzenim Hivda’ya. Hivda ne et yer ya da hayvansal bir gıda. Mesela köyde yumurtanın tavuktan çıktığını gördüğünden beri yumurtayı ağzına bile sürmedi. Bizim ailemiz Hivda et yemediği için üzülüyor. Mesela en çok söylenen laf "yazık kız hiçbir şey yemiyor".

Ama bu yanlış, neden bir düşünce için üzülesin ki?

Hivda’ya sorduğumuzda midesinin bulandığını söylüyor. Aslında çok haklı. Bizimkiler bunu bir hastalık olarak görüyor. Bence bunun hastalıktan uzaktan yakından bir bağlantısı yok.

Kültürümüze göre yaşadığımız coğrafyada gözlemlediklerime göre et yeme olayı erkeklerde daha baskın. Erkekler günün bir öğününde et yemedikleri zaman doyma hissiyatına kavuşmadıklarını söylerler.

Bence değişik yani neden et yemeden doymayasın ki?

Neyse sizin beni anladığınızı düşünmüyorum. Siz siz olun başkası öyle düşündüğü için fikrinizi değiştirmeyin ve her zaman kendi düşüncelerinizi ve benliğinizi önemseyin.”

Rozerin Aktaş

***

Başka başka kültür ve dillerden de gelsek birçok konuda Joseph ile anlaşıyor ve ortak çalışmalar yapabiliyoruz. Ancak konu vejeteryan ve veganlık olunca, bu konuda aramızda derin uçurumlar var. Bu konuya bu yazıda biz hiç girmeyelim, zira girip içinden çıkamamak da var, bu konuda söz hakkını daha geniş bir şekilde kullanmasını bekleyeceğiz.

Biz birlikte Ivan Illich’in “Okulun aksine, belirli bir zaman diliminde aynı ilgileri paylaşan bireyler için olanaklar sağlayan kurumlar olmalıdır” tezi üzerinden konuşmaya, tartışmaya, paylaşmaya devam ediyoruz…