Başbakan Tayyip Erdoğan, “Ciğerim yanıyor” diyor.  Nasıl yanmaz ki?..
Vicdanı olan herkesin ciğeri yanar. İnsan olan herkes böyle bir acıyı olanca şiddetiyle yüreğinde hisseder.
Batman’da PKK kurşunlarıyla hayata veda eden hamile kadınla kızlarının yarattığı tarifsiz acı, savaşa hayır diyenlerin, “Silahlar sussun, siyaset konuşulsun” diyenlerin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Yetmedi mi savaş?..
Silahla daha nereye gidilebilir ki?..
Yeterince gözyaşı aktı.
Kan ve ateşle alınacak mesafe kalmadı.
Bir başka deyişle:
Barış olgunlaştı!
Türkiye bu noktaya çoktan geldi.
‘Oslo buluşmaları’nda devletle, hükümetle PKK temsilcilerinin karşı karşıya oturmaları da, yıllardır süren Öcalan’la İmralı görüşmeleri de barış koşullarının oluştuğunu ortaya koymaktadır.
Bu gizli temaslar küçümsenemez.
Bunun arkasında siyasi irade vardır, Başbakan Erdoğan’ın koyduğu... Siyasal risk vardır, Başbakan Erdoğan’ın aldığı...
Buna burun kıvrılamaz.
Çözüm niyeti yoktu, zaman kazanmak için yaptı, PKK’yı bölmek, çökertmek için yaptı diyebilirsiniz.
Bunlar da gerçeğin bir yanı...
2009 yılı Ekim ayındaki Habur fiyaskosuyla birlikte, Tayyip Erdoğan’ın ayağını ufak ufak gaz pedalından çekmeye başladığı gerçeğin bir parçasıdır.
Şunlar da alt alta sıralanabilir:
DTP’nin kapatılması...
Büyük çoğunluğunun eli silah tutmamış ama siyasetle haşır neşir 3500 kişinin KCK operasyonlarında tutuklanması...
Yüzde 10 barajına dokunulmaması...
Öcalan’ın İmralı koşullarının düzeltilmemesi...
Türk Ceza Yasası’yla Terörle Mücadele Yasası’nda yapılacak değişikliklerle milletvekili seçilenler dahil bazı KCK tutuklularının tahliyesini sağlayacak düzenlemelerden kaçınılması...
Erdoğan’ın seçim döneminde, “Ben olsam Öcalan’ı asardım”a kadar varan aşırı milliyetçi bir söyleme kendini kaptırması...
Ve Kandil bombardımanları...
Bütün bunları sıraladıktan ve bazıları gerçekten haklı olan eleştirileri yaptıktan sonra bile, Erdoğan’ın ‘Oslo süreci’nin arkasındaki siyasal iradesini küçümsemek ve görmezlikten gelmek yanlıştır.
Bir noktaya katılıyorum.
Daha önce de yazdım.
Erdoğan lider olarak daha cesur davranabilseydi, özellikle seçim sonrası, yüzde 50 oy almış çok güçlü bir başbakan olarak ‘barış süreci’nde boşluk bırakmasaydı, bazı adımlar atabilseydi, bugünkü uğursuz şiddet sarmalına girmeyebilirdik.
Ama bundan hareketle PKK’nın şiddet eylemleri ve saldırıları gerekçelenebilir mi, mazur gösterilebilir mi?
Hayır.
Taraf gazetesinde hafta başı çıkan Aysel Tuğluk’un Yasemin Çongar’a açık mektubunu da, Neşe Düzel’in Şerafettin Elçi’yle yaptığı konuşmayı da dikkatle okudum.
İkisinin de, Erdoğan’a yönelik bazı eleştirilerini ben de paylaşıyorum.
Doğrudur, Erdoğan yapabileceği şeyleri yapmadı, yapamadı, bazı pratik adımları atmaktan kaçındı.
Ancak, Tuğluk’la Elçi’nin açıklamalarından çıkan bir başka gerçek de, devletle PKK arasındaki gizli temaslarda alınmış olan mesafenin ne kadar önemli olduğudur.
Bu konuda gözardı edilemeyecek noktaya gelince, demin de işaret ettiğim gibi, Başbakan Erdoğan’ın sürecin arkasına koymuş olduğu siyasal iradedir.
Erdoğan’ı ben de eleştiriyorum.
Yüzde 50 oyluk bir siyasal güçle çok daha yürekli ve kararlı davranarak barış yolunu açabileceğini düşünüyorum.
Bu konuda umudumu kesmedim.
Sözü uzatmak yersiz.
Acılar yetti!
PKK, tek taraflı da olsa, ‘ama’sız bir ateşkes ilan etse... Öcalan’a iki aydır süren görüş yasağı kaldırılsa...
Keşke...
Bütün bu açılardan BDP’nin dün boykota son verip, “Savaşa karşı barışı savunmak istiyoruz” diyerek, 1 Ekim’de TBMM’ye katılma kararı almasını barış adına olumlu bir gelişme diye selamlıyoruz.