CHP’nin  kendi içinde başlattığı “dönüşümü” izleyen ve dönüşümden yana tavır alan o kadar çok kalem var ki, insan şaşırıyor. Görünüşe göre kendisi sol’la alakalı olmayan birçok yazar Türkiye’nin solunun boş kaldığına değinerek evrensel sol değerlerle uyumlu bir CHP’nin doldurması gereken bir boşlukla epeyce meşgul. Aynı meşguliyeti benimsemiş CHP’nin epeyce solunda yer alan isimler de var. Bu cenahta ise CHP’nin yaratacağı bir sol “dalga”nın kendi solunu geliştireceğine dair bir beklenti egemen.

İşte son krizde CHP’nin son yıllarda bir bakıma en “sol” çıkışı, parlamento yemin töreni boykotu bu tavırların bir kez daha ortalığa dökülmesine yol açtı. Balbay ve Haberal için göğüs göğüse mücadele veren CHP “dönüşümden” vazgeçmişlikle; “eski” CHP’ye ödün vermekle itham ediliyor. Sanırsınız ki, CHP,  Balbay ve Haberal’dan vazgeçerek yemin törenine katılsaydı;  Aygün, Ekşi, Cihaner ve Tanrıkulu ile dönüşüme doludizgin devam etmiş olacaktı. Öyle ya Sinan Aygün’ün resimleri ile kuşanmış otobüslerden Halit Çelenk’in cenazesinde yükselen “Şarkışla’ya düşürmesin…” ezgileriyle dönüşüm ne de güzel başlamıştı.

O halde nedir bu CHP’nin iyiliğini isteme hali’nin kaynağı ? AKP’den duyulan memnuniyetsizlik mi? Sol bir zihniyet etrafında örülmüş özgürlükçü bir siyasal projeyi geliştirmenin mümkün olduğuna dair inançsızlık mı? Evet her ikisi de elbette, ama bununla sınırlı olduğunu düşünmemek için geçerli nedenlerimiz var.

12 Haziran seçimlerini bir dizi yanlış analiz etrafında yeniden anlamlandıran yaklaşımlara karşı hatırlatmak gerekirse 2011 seçimlerinin en başarılı partisi CHP olmuştur. Tek başına üçüncü kez iktidar olarak tarihsel bir başarı gösteren AKP seçimlerde oyunu  % 8 arttırabilirken, CHP oylarını % 35 civarında arttırmıştır. O halde, CHP’nin başarısızlığı ile kastedilen CHP’nin iktidar olamaması ya da %30’ların üzerine çıkamamasıdır.

Bu hâl CHP’nin değişimi okuyamamasıyla sonuçlanmış bir başarısızlık mıdır; yoksa değişimi istemeyen kitlelerin oylarını büyük ölçüde toplamış olma başarısı mıdır? İşte öncelikle yanıtı verilmesi gereken soru budur. Yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere benim yanıtım ikincisi.

Evet çok sevdiğimiz yakınlarımız var; nedense bunların kahir ekseriyeti eğitimli ve kamu alanında çalışan, emekli insanlar. Bu insanlar herkesin emeğinin hakkını aldığı bir Türkiye arzusu taşıyorlar, herkese eğitimde eşitlik istiyorlar; kızlarını okutacak kadar kadın erkek eşitliğine inanıyorlar. Oylarını CHP’ye veriyorlar.  Ama bu insanlar, artık kabul edelim, tüm bunlar için gerekli değişimi istemiyorlar. Kürt sorunu çözülsün istemiyorlar, darbecilerin yargılanmasını istemiyorlar, sivil-asker bürokrasinin rejim üzerindeki etkinliği azalsın istemiyorlar. Aslında istemek bir yana; velev ki bunlar olacak olsa kendi varlıklarını sürdürememekten endişe ediyorlar. Yani bu “yakınlarımız” kısmen haklı bir adlandırmayla “endişeli modernler”, ancak belki daha doğru bir saptamayla “depresif muhafazakar”lar.

Gelelim CHP’nin yaratacağı “sol” bir dalganın kendi solunu besleyeceğine dair iddiaya. Eğer kazanılmış belediyelerde birkaç alevi gencin iş bulmasını solun beslenmesi olarak görmezsek, bu da asılsız bir beklentiden öteye gitmiyor.   Bu konudaki “radikal sol” zihniyetlerin kendi hafızalarıyla girdikleri sonsuz oyun 1970’ler Ecevit CHP’sinin yarattığı varsayılan “sol” dalgayla malûl çünkü.

Malûl çünkü, 1970’ler CHP’si bir sol dalga yaratmak şöyle dursun; dipten gelen bir sol dalganın üzerine iştahla binme girişimini bile eline yüzüne bulaştırmıştı.

Bugün CHP’den hem değişim yönünde, hem de bir sol dalga yaratması yönündeki beklentilerin sınırındayız. CHP’nin ülkenin değişim aktörü olmasını bekleyenlerin büyük bölümü AKP’nin değişimi yönetirken sergilediği hoyrat, otoriter potansiyelden rahatsız. CHP’nin sol dalga yaratmasını umanların beklentisi ülkenin yaşadığı değişimin ağır sosyal maliyetini eşitlikçi yollarla aşmak.

Ancak henüz sosyal bir anksiyete  hâli olmaktan öteye gidemeyen bu sosyal-ruhsal durumun aşılabilmesinin yolu bu iki umudun bir araya getirildiği; değişimin eşitlikçi, özgürlükçü ve evrensel değerler etrafında kucaklandığı bir siyasi projenin gelişebilmesidir. % 20’ler “platosu”nda otlanmaktansa, %70’ler denizine açılmaktır. Belki o zaman Türkiye solu’nu da, yolunu da bulur.