Hayatını sürdürdüğün sokaklardan ve kentlerden doğru güne girerken, sabahın altısında Enternasyonal marşı ile uyanmak sosyalist ve Marksist bazı kesimler için anarşist bir rüyadır.

Belki de şimdi bizler bir rüyanın içindeyiz.

Taksim Gezi Parkı’nda 27 Mayıs tarihinde başlayan ve 1 Haziran tarihinde ise üç günlük yoğun çatışmadan sonra polislerin geri çekilmesi ile âdete Kızıl/Devrim alanına dönen Taksim Meydanı ve de Gezi Parkı, günlerdir güne Enternasyonal marşı ile giriyor. Denilebilir ki: ‘Başka Bir Dünya Mümkün’, 'Başka Hayat Mümkün’ bizler için bir slogan olmaktan çıktı, artık hayatın gerçeğini anlatıyor.

Güne Enternasyonal marşı ile girdikten sonra onlarca direnişçi ellerinde çöp bidonları ile parkın, meydanın, ara sokakların bütün çöplerini toplamaya başlıyor. Bir yandan çöpler toplanırken diğer yandan da ‘Çapulcu Market’ ve de çeşitli grup, parti ve de inisiyatiflerin stantlarında kahvaltı malzemelerini hazırlamak için yoğun bir çalışma devam ediyor. Kahvaltılık için hazırlık devam ederken, ellerinde poşetler kadınların, erkeklerin alana doğru girdiklerini görüyoruz. Çeşitli marketlerden alınan malzemeler park içindeki toplama merkezlerine iletiliyor. Yeni gelen taze, sıcak börekler, çeşitli kahvaltılık malzemeler ile bu hazırlık da tamamlanıyor.

Çadırlarından yeni yeni çıkanlar olduğu gibi bütün gece park alanı içinde sohbet eden, müzik yapan, bir şekilde başka işler ile uğraşanlar da aldıkları kahvaltılık malzemeler ile kendi konaklama noktalarına çekiliyorlar. Binlerce kişinin bir arada hazırladığı, paylaştığı, birlikte tükettiği büyük sofra kurulmuş oluyor. Diğer yandan günün ilk duyuruları sahneden doğru yapılmaya başlanıyor.

Kahvaltılık almaya giderken ‘Çapulcular Kütüphanesi’nin yakınından geçiyorum, belki geceden birinin gözünden kaçan bir kitap vardır diye. Ancak raflar birkaç dergi ve kitap dışında tamamen boş, gün içinde gelen yüzlerce, binlerce kitap yeni okuyucularına kavuşmuş.

Güne girme telaşında koşturup duran alan sorumluluğunu üstlenmiş direnişçilerin çağrıları, bir yandan kendi stantları başına geçen grupların hazırlıkları ile alan güne tekrardan merhaba diyor. Öbek öbek konuşan liselilerin yanına yaklaşıyorum, militer/ırkçı eğitim sisteminin bütün ezberlerini bu on iki günlük süreç içinde yıkıp geçmişler adeta. Devrimden, çatışmadan, barikattan konuşuyorlar. Barikatı yarmaya çalışan polislere karşı arkadaşları ile birlikte nasıl çatıştığını anlatıyor bir diğeri. Kimi zamanlar öyle bir karmaşa yaşanıyor ki; her kes bir şeyler anlatıyor, ama sanırım kendilerini dinleyen tek kişi benim. 

Grupların arasında meydana doğru yürüyorum, meydanın solunda AKM binasında asılı duran bayraklar, pankart ve de flamalar bana 1977'nin 1 Mayısı'nı hatırlatıyor. O zaman büyük bir kitlesellikte insanlar başka bir dünyanın hayalini kurarak asmışlardı o büyük barakları. Ancak tarih hiç de onların beklediği gibi devam etmedi. Bugün de benzer bir görüntü var, ancak bu defa tarih egemenlerden doğru kolay kolay yazamayacak bu fotoğrafı. Çünkü insanlar söylemek kadar dayanışarak, birlikte üretip-birlikte tüketerek başka bir hayatın da mümkün olduğunu gösteriyorlar.

Saat 16.00'da başlayan forumda alanın düşünsel fotoğrafını çıkarmak mümkün. 

Gündelik başka alanlarında bir araya gelme ihtimali olmayan insanlar bir arada. Bir yandan gene Cumhuriyet’in nerdeyse bir asırdır yaptığı gibi ‘tek’liğe yapılan çağrılar, diğer yandan ‘ben başkayım, ben senin gibi değilim, beni sen olmaya çağırma’ diye yapılan açıklamalar. Mikrofonu on yedi yaşındaki genç bir insan alıyor ve “Arkadaşlar ben düne kadar faşist biriydim aslında, polis ile olan sokak çatışmalarında polise neden vur izni verilmiyor diye kızıyordum, ama bugün buradayım, hepinizden özür diliyorum” diyor. Başka biri mikrofonda, “Ben son seçimde AKP’ye oy vermiştim, utanıyorum, hepinizden özür diliyorum” diye belirtiyor.

Bu hızda bir değişim nasıl mümkün olabilirdi? Zaman zaman gene bu erkek egemen/militer/Kemalist sistemin kurduğu dilden doğru anlatı ve beklentiler var. Ancak doğayı, bütün kimlik ve de aidiyetleri ile bütün insanları, kadını, sokağı gören özgürlükçü söylemde çağrılar ile durum bir anda değişmeye başlıyor.

Tayip Erdoğan kendi meşruluğunu savunurken zaman zaman, “bana bu halkın iki kişisinden biri oy veriyor” der. Evet doğru, ancak şu an başka bir doğru daha var; Tayip Erdoğan kendisine oy vermeyen o diğer bir kişiye, yani bu toplumun diğer bir yarısına devrim hikayesi yazdırttı. Artık İstanbul’dan, İzmir, Ankara, Adana, Hatay’dan çocukların tıpkı Cizre, Hakkari, Amed’in çocukları gibi birer devrim hikayeleri var. Şimdi işte Mezopotamya’nın çocuklarının ve Anadolu çocuklarının bu devrim hikâyeleri birleşmeli. Dün Sebahat Tuncel’in bir forumda söylediği gibi artık “teröristler” ve “çapulcular” buluşmalı. Bu buluşma için herkese çok iş düşüyor. Ancak benim alandan anladığım özellikle de “terörist” çocukların bu buluşmada neredeyse sadece halay ve de slogana indirgemiş olmalarıdır.

Daha düne kadar üniversite kampuslarında, sokaklarda karşılık çatışan bu insanlar şimdi aynı marş ile güne giriyor, aynı “market”de ihtiyaçlarını karşılıyorlar, birlikte halay çekiyorlar. Ancak bu durum ciddi ön yargıların olmadığı, bittiği anlamına da gelmiyor. Zaman zaman BDP kitlesi ile bu gruplar arasında sert tartışma ve çatışma durumları da oluyor. İşte bütün bunlara rağmen arada devlet yok, polis yok, yargıları tam da sorgulatmanın zamandır. Neredeyse bütün parti, sendika, gruplar kendilerini anlatmak için standlar kurmuş olsalar da BDP kitlesinde böyle bir çalışma yok. Hayat tv 24 saat yayın yapıyor alanda, Birgün, Evrensel ve de çeşitli gazeteler açtıkları stantlarda kendi duyurularını yapıyorlar.

Alanda her şeyin yeniden üretildiği, bu anlamıyla sorgulandığı, birlikte üretimin yapıldığı bir yer. “Mağdur” halleri içinde bir köşeye çekilmek, olanları uzaktan izlemek bir şey kazandırmayacaktır. Tam da devlet, polis, ana akım medya yokken kendini anlatmanın, konuşmanın zamanı. Cins eksenli, ekolojik demokratik bir cumhuriyetin hayal olmaktan çıkıp hayatın pratiğine dönüşmesi için çok ciddi fırsatların olduğu bir süreçten geçiyoruz. Her şey bugün çok hızlı değişiyor, bu değişime kendini katmak yarına daha umutlu girmeyi getirecektir.

Evet, Başka Bir Dünya ve Başka Bir Hayat Mümkün!