'Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayri eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...'
(33 kurşun, Ahmed Arif)

Ne güzel ifade etmiş kaçağın durumunu Ahmet Arif. Kaçağın durumunu yazmış yazmasına da o gün bugün ferman yazıcılar hiç değişmemiş. 33 cana 34 can ekleyerek ferman buyuranlar ölüm kusmaya devam etmişler.

34 can belki de o yolu evlerinden daha fazla gördüler. Birçok kez durduruldular. Birçok kez mallarına el konuldu. Kaçaktan dolayı kaç kez mahkeme  kapısına gittiklerinin sayısını unuttular.

34 can her şeyi yaşamışlardı. Her şeyi gördüklerini düşünüyorlardı. Hatta içlerinden bir çoğu karın kışın ortasında askerin pusu atması sonucu üç koca gün karda beklemek zorunda kalmışlardı. Belki dördüncü gün kalsalar donarak öleceklerdi.

28 Aralık'ın ölüme dönen saatlerini yaşarken hiçbiri öleceklerini düşünmediler. 33 kurşunun üzerinden çok uzun yıllar geçmiş ve sanki ferman buyurucuların yaptıklarını unutmuşlardı. O gün yapacakları katliamın şifresini 'yıldız' koydular.

Oysa o yıldızın kaçağa giden için anlamı o güne kadar ölüm değil, yaşamın sonsuzluğunu ifade ediyordu. Kaçak'tan geç dönülür. Şifre buyuruculara yakalanmamak için o zaman kaçağın en iyi yoldaşı olur gökyüzünde salınıp duran yıldız. Belki de sırf bu yüzden şifre koyucular yıldız ismini seçmiştir. O günün akşamı o kadar ölmeyeceklerinden emindiler ki üzerlerinde gezen helikopterlere el feneri tutarak, biziz ne yapıyorsunuz der gibiydiler. Dağlarda isen ve kaçakta isen en tehlikeli hastalık unutmaktır. Ve bu yüzden başına herhangi bir şey gelmeyecek gibi hareket etmektir. O zaman kör gibisindir, hiçbir tehlikenin farkına varamazsın. 33 kurşun, 33 kanlı yerde yatan,  Van Özalp unutulmasaydı Halepçe ya da Roboski olmayabilirdi. İnsanlığın en büyük hastalığı unutmak yine nüksetmişti.

El fenerlerine ışıklara gelen ateş böcekleri gibi bombalar yağdı tonlarca, el feneri tutan o küçücük vücutların üstüne, bazıları o kadar paramparça oldu ki, ailesi bile nerede ise tanıyamadı. Bazıları ise o devasa bombaların basıncı ile öldüler. Sanki hiç ölmemiş gibi arkasına yaslandığı kaya parçasından 'bize ne oldu' diye sorar gibi yaşamını yitirmişti kimisi. Ailesi onu gördüğünde öldüğüne asla inanamadı.

Şifre buyurucular kesin emin olmak istiyorlardı. Bir saat boyunca top atışları ile başlayan ve savaş uçakları ile üç ayrı şekilde ve ayrı zamanda devam eden saldırıda, çoğu çocuk 34 canı  katlettiler.

Peki bu hunharca, birkaç hafta sonra 1000. günü dolacak katliamın aydınlatılma sürecinde neredeyiz? Bu soruya olumlu cevap vermek isterdim. 'Yargılama çoktan bitti' demek isterdim. Yargı sonuna kadar gitti, hem askeri sorumlular hem de siyasi sorumlular yargılanıp cezalarını aldılar demek isterdim. Katliam bölgesini devlet yas ve yüzleşme bölgesi ilan etti, anıt yaptı, katliamda travma gören herkes tedavi olmayı kabul etti ve yavaş yavaş köyde normalleşme oldu demek isterdim.

Roboski katliamının siyasi sorumlusu olan hükümet katliamı aydınlatması gereken tüm mekanizmalarını işlevsiz kılmak için her türlü hukuksuzluğa başvurmaktan çekinmedi.

Bu yüzden 1000. günümüze girerken katliamın aydınlatılması için hukuki anlamda bir adım dahi yol alınamamıştır. Tabii hukukun yolunu kapayınca her şeyi yok edebileceğini düşünenler yanıldı. Başta Roboski ailelerinin daha sonra Kürt halkı ve dostlarının inatçı mücadelesi ile halkların büyük çoğunluğunun gözünde bu katliamı devletin yaptığı kanaati yüksektir. Tabii bu bütün her şeyi düzeltmiyor, fakat adalet ve hak mücadelesi veren kesimlerin moral kaynağı olması açısından küçümsenecek bir durum da değildir. 1000. gün dolayısı ile bir kere daha Roboski katliamını yapanlardan bunun hesabını daha güçlü sormayınız. Bu duruma susarak ortak olan tüm dünya kamuoyundan da güçlü şekilde hesap sorulmalıdır ve harekete geçmeleri sağlanmalıdır.

Bin yıl değil 10 bin yıl geçse de peşini bırakmayacağız mesajını vermek zorundayız. Roboski yaylası ile Federal Kürdistan arasındaki 15 no lu sınır taşının olduğu bölge Roboski katliamında yaşamlarını yitirenler için anıt bölgesi haline getirilmelidir. Gerekirse fiili olarak ilk temsili anıt bir an önce yapılmalıdır.

Bu, yakınlarını kaybeden Roboskili ailelere karşı bizim insanlık görevimizdir. Devletin normal koşullarda bu anıtı kendisi yapması gerekirken, bildik tavrı yüzünden bu görev yine bizim üzerimize düşmektedir. Anma için katliam bölgesine gittiklerinde karanfillerini bırakabilecekleri, yakınlarının hatırası için dua edebilecekleri bir anıt ailelere saygı için mutlaka yapılmalıdır. ..