Adını ne koyacağımız hâlâ tartışılıyor, Devrim desek mi demesek mi diye. Ama Tunus ve Mısır halkları için bu tartışmanın bir anlamı yok. Çünkü onlar zaten bunu yapıyorlar, yani kendi ülkelerinin vesayet rejimlerini bir bir deviriyorlar.

Üstelik de onlar devrim yapmak için “proletarya”nın öncülüğünü de beklemediler. Hep birlikte vesayet rejimlerinin bütün mağdurlarıyla birlikte Müslüman, Hıristiyan, işçi, solcu, liberal, demokrat, genç ve kadın hep birlikte yaptılar bunu ve yapmaya da devam ediyorlar.

Devam da edecekler. Libya’nın Kaddafi’si bile bu gidişi durduramayacak. Gözüken bu.

Dünyada bütün bunlar olurken bizim buranın “muhalefeti” ne yapıyor dersiniz? Tabii “muhalefet”ten ben CHP’yi anlamıyorum kimileri gibi. Aksine “iktidarda olmayan” anlamına muhalefet dediğimiz, üstelik de aldığı oy oranı nedeniyle bir de başına “ana” getirdiğimiz CHP’nin böyle bir pozisyonu yok. Hatta tam tersi genel başkanının bizim vesayet rejiminin gizli koruma ve kollama örgütü Ergenekon’un üyesi olmayı istediğini dikkate alırsak, rejimin muhalefet edilmesi gereken siyasi örgütlerinden birinin bizzat CHP olduğu daha bir anlaşılır.

Biliyorum kimi CHP’li “endişeli” arkadaş benim bu yorumumu sert bulacak ama ne yapalım CHP’den bir muhalefet, üstelik de sol bir muhalefet çıkarmak isteyenlerin, kendi başkanlarının yol açtığı bu durumla yüzleşmeleri gerekiyor.

Her neyse gelelim rejime muhaliflik anlamındaki muhalefetin durumuna.

Onlar ise hâlâ imza topluyorlar. Toplumun fikir ve vicdan önderleri olduğu düşünülen kişilerin içinde olmasına dikkat ederek imza topluyorlar. Sanıyorlar ki her toplanan imza toplumu değiştirecek. Tıpkı yıllar yıllar önce geceleri şehir sokaklarına asılan her afişin ülkeyi değiştireceğine inanıldığı gibi.

Tabii ki ne imza toplama gayretini ve ne de imza veren fikir ve vicdan önderlerini ve ne de afiş asma çabasını küçümseyerek bu cümleleri kuruyorum. Ama sol muhalefetin toplumu değiştirmenin yolunun hâlâ bu tür faaliyetlerden geçtiğine inanıyor gibi davranmasına razı olmak zor.

Zor çünkü bu ülkenin vesayet rejimi altında mağdur bırakılmış onca insan varken, kimliğinden, inancından ya da her hangi bir aidiyetinden ötürü itilen, dışlanan onca insan varken ve iletişim, seyahat etme ve toplanma imkânları onca kolaylaşmışken muhalefeti yalnızca imzaya ya da her grubun kendi düzenlediği küçük toplantılara sıkıştırmak razı olunması zor bir durum bence.

Kürt muhalefetinin de bir azınlık kimlik muhalefeti olarak kalması da bundan. Ülkenin batısında, daha çok büyük şehirlerde gelişmiş sol, kendi içinde bu kadar dağınıkken Kürt muhalefetiyle buluşup Mısır’daki gibi geniş bir “daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla demokrasi” hattı oluşturamıyor. Oluşturamayınca da işler imzalara ve küçük toplantılara kalıyor.

Bizde muhalefetin durumu bu.

Bu yazı bir “solda birlik” yazısı değil. Öyle bir birliğin kendini sol olarak tanımlayan kesimlerce oluşturulmasının mümkün olmadığını yaşanan bunca tecrübeden sonra biliyorum.

Bu yazı, insanlığın önemli bir kısmının, bizim kültürel coğrafyamızın içinde yaşayan önemli bir kısmının, çıplak ayaklarıyla, yoksullukları ve çaresizlikleriyle “daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik ve daha fazla demokrasi” diyerek yollara çıktığı, meydanları doldurduğu ve otoriter rejimleri yıktığı ya da yıkmak üzere olduğu şu günlerde bizdeki muhalefeti bir kere daha düşünmek üzere kaleme alınmış bir yazı.

Muradı da bu...