Beyazıt o akşam sadece vicdanını dinledi. Ayşe Çelik'in (öğretmen ya da sıradan biri de olabilir) ifade ettiği 'ölümlerin durdurulması’ içerikli konuşmasına inanıyorum isteyerek ve dileyerek, destek verdi. Bu oradaki halka yansıdığı için, Ayşe Çelik'in çığlığı birden karşılık buldu. O yüzden stüdyoda bir anda ölümler dursun çığlığına destek yüksek oldu.

10 Ocak çalışan gazeteciler günü. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar özgür basın çıkışı ile 'Medya bağımsız olmalıdır; basında çalışanlar, gazeteciler, haberciler ne derece özgür olursa, ülkenin demokrasisi de o denli güçlü olur' dese de basın çalışanları bu çıkışa "Zaytung haberi gibi, bari dalga geçmesin, ayıp oluyor” diyerek cevap verdiler.

Türkiye'de basına ve medyaya olan baskıyı artık bilmeyen yok gibi. Yapılan televizyon operasyonları 24 saat canlı yayından izletildi. Yüzlerce gazetecinin Türkiye hapishanelerinde esir durumda olduğunu da söylemek gerekir. En son Jinha ve Diha'dan gazeteci arkadaşlar kaçırılmak ve işkence edilmek sureti ile tutuklandı. Can Dündar ve diğer popüler gazeteciler zaten biliniyor. AKP hükümeti yaptığı propagandanın tersine, sadece gazetecileri içeri atmadı. Dışarıda da kendisine alternatif olabilecek tüm basın yayın işini sonlandırdı.

Aslına bakarsanız mesele Kürt halkı ve emekçiler olduğunda zaten bu popüler yayın organları işlevsizdi. Fakat sermayenin doğası gereği, sermayeler arası rekabet söz konusu olduğu bir ara dönem geçirdik. İşte bu seneler boyunca biraz dahi olsa basın işlevi görecek bazı işler yaptılar. Sonra mesele ana sermaye sorunu olunca ‘Kapitalist dönüp babasına bakmaz’ misali, hepsi sisteme doğal tâbi oldular.

Emeğini biraz haylice yükseğe satan bu patronların emri altında çalışan, yazar, sinemacı, tiyatrocu, stand up, benzeri işlerde çalışanlara bir çift sözüm var. Ali Koç benzeri açıklamalar ile Türkiye’de egemenlerin sınıf intiharı olanaklı değil, belki bir iki küçük örnek olabilir ama bu genel olanak dışında bir durum. Yani sizden isteyeceğimi Aydın Doğan'dan istemem. Beyazıt Öztürk gibi, Ahmet Hakan gibi arkadaşlar siz bugün patron ile ilişkinizi kesseniz ömrünüzün diğer kalan kısmını ailenizle birlikte muhtaç olmadan yaşayacağınıza eminim. Öyle anamal-sermaye olma gibi durumunuz da mevcut değil, peki bu duruma neden katlanıyorsunuz?

A) Mevkii

B) Kariyer

C) Daha fazla para

Tüm insanlığınızdan vaz geçecek kadar mı değerli bunlar? Bu günden sonra diyelim Beyazıt Öztürk trilyon dolarları kazansa gece başını yastığa koyduğunda rahat uyuyabilecek mi? Gazetecilerin kabuslu rüyası Cem Küçük'ü alt eden Ahmet Hakan için ise biraz mal-mülk fukarası olarak, kaybedecek bir şeyi olmayan bir aktivist olarak soruyorum, tüm bu deliliği, bu katliam ve hırsızlıkları, ne pahasına kabul ettin? Bugün elinin tersi ile her şeyi reddetsen ve boyun eğmesen, aç kalmadan yaşayabileceğini sen de ben de iyi biliyoruz.

Fakat kapitalizmde emeğini pahalıya satanlarda da çeşitli çeşitli hastalıklar nüksediyor. Bir süre devlet memurluğu yapan asker ya da polisin kendini devlet sayması gibi, bir süre sonra olmayan iktidarını kaybedeceğini düşünen kafa emeğini pahalıya kapitaliste sunanlar, normal koşullarda onsuz da ayakta durabilecekken köleliği bilerek böylece kabul ederler.

Peki ilk vuruşta dökülen bu arkadaşların başka seçenekleri yok mu? Elbette var. Bu yazıyı ele almamın nedeni şimdi yazacağım son şık ile insanlık çıkışıdır:

D) Para, Mal, Mülk, burjuva kariyerizmden vaz geçip, Beyazıt Öztürk'ün Ayşe Çelik'in ilk gün talk show’da sorduğu soruya, vicdanı ile söylediği gibi devam etmek.

Anamal derdi psikolojik olan, kafa emeği ile yaşamını sürdüren arkadaşlar, “D” harfi sadece bir televizyonun logosu değil, aynı zamanda insanlığa çıkış biletidir, unutmayın.

Yoksa biz kahve içmeye çıkıp kendini Gezi'de bulanları unutmadık...