Nereden başlasam diye yazmadan önce uzun uzun düşünmek zorunda kaldığınız bir maç aslında. Oyunu mu konuşacaksınız, hakem Bülent Yıldırım'mı konuşacaksınız yoksa Emre Belezoğlu'nu mu?

Birincisini konuşalım desek ülke futbolunda oyun namına pek bir şey göremiyorsunuz. En önemli maçınız bu, seyirci yok, futbol yok ancak maç öncesi bolca gerginlik, bolca yönetici açıklaması mevcut. Eski günlere geri döndük yani... Galatasaray Fenerbahçe derbisinde kusur kaldıklarımızdan bu derbide tatmin olduk ne mutlu. İkincisini konuşmaktan hiç haz etmiyorum. Hakemler üzerinden bir tartışmayı hiçbir zaman doğru bulmadım zira oyun gücünüz varsa bir hafta sonra bir hatayı kazanarak telafi edebilirsiniz. Kaldı ki bir art niyet yoksa hakemlerinde elbet hata yapma hakkı olduğunu düşünerek sezon sonunda aleyhte ve lehte verilen yanlış kararların üç aşağı beş yukarı yüzde 50 - 50 olduğunu düşünebilirsiniz. Hal böyle olunca hakemler hakkında konuşmak pek adilane olmaz. Sürekli konuşma ihtiyacı hissediyorsanız da bu bir sonraki maçta kararları etkilemek üzerinedir. Bu da sizi dürüst bir futbol sever yapmaz.

Emre Belezoğlu'na gelelim. Sanırım konuşmak istediğim en son kişi o. Öte yandan öyle bir maç ki konuşmamak mümkün değil.

Peşinen söyleyeyim 43. dakikada Olcay atılmasaydı da Fenerbahçe maçı kazanabilirdi. O dakikaya kadar oyunun kontrolü yine Fenerbahçe'deydi...

Emre’yi koruyan güç ne?…

Ancak Emre'ye değinmemek elde değil. Emre maç sonrası "adım çıkmış" diyor. Oysa Emre bugüne kadar adının çıkması için elinden geleni yaptı. Emre'nin vukuatlarını burada tek tek saymak bile anlamsız. Irkçılıktan tutun küfüre, rakip futbolcuyu evinden aldırmalara, gırtlağına yapışmalara, basın tribününe çeşitli anlamlar içeren el kol hareketlerine kadar birçok vakası mevcut. Ancak asıl problem Emre'nin bunu yıllardan beri yapabiliyor olması. Yapabiliyor zira bugünkü kalkanı Aziz Yıldırım, geçmişteki kalkanı ise Fatih Terim'di. Geçen hafta Galatasaray yıllarından ağabeyi Bülent Korkmaz'ın uyarısıyla G.Töre'nin kırmızı kart almasına neden olan sözleri söyleyebilmesinin nedeni de bu aslında. Yine Bülent Yıldırım'ın duymamasının nedeni de bu aslında.

Bülent Yıldırım bunları duymayabilir! Hatta Olcay'a ucuz bir kırmızı kart gösterip, Demba Ba'nın penaltısını da göremeyebilir! Ancak onun hakemliğinin turnusol kağıdı 78.dakika da Sosa'nın düşürülmesinde beklemeyi tercih etmeyip anında sarı kartına yapışmasıdır.

Beşiktaş’ın genlerinde krizden beslenmek yok

Fikret Orman için de biri iki söz söylememek olmaz elbet. Hafta içi açıklamalarında "Gözümüz Bülent Yıldırım'ın üzerinde olacak’’ demişti. Şimdi ne yapacağını sanırım birçok Beşiktaş taraftarı merakla bekliyor. 

Naçizane tavsiye, Beşiktaş hiçbir zaman krizden beslenen takım kimliğinde olmamıştır. Genlerinde bu yok. Beşiktaş sakin ve akil kalabildiği müddetçe kazançlı çıkmıştır. Ki genlerinde bu var!

Bilic bunun farkında mesela. Kişilik olarak böyle bir kimlik olmakla beraber geçen seneden edindiği deneyimler onu bu sene için konuşmak zorunda bırakıyor. Konuşurken hakkaniyeti de elden bırakmıyor. Balıkesirspor maçında olduğu gibi… Aslında konuşmamayı tercih edecek Bilic. Ancak elindeki kadronun kısıtlı olduğunu ve devamlık sağlayabildiği ölçüde potanın içinde kalabileceğini, şampiyonluğu küçük ayrıntıların belirleyeceğinin gayet farkında. Onun içindir aslında üst üste yapılan hataların karşısında makbul ölçülerde konuşması. Fikret Orman yönetimi Önder Özeni kurumsallaşma deyip takımın başına getirdikten sonra göndermeyi seçmeseydi belki şu anda takım üzerinde kalkanı o oluşturacak ve sakinliği o sağlayacaktı ne var ki göndermeyi seçtiler. Hal böyle olunca "Gözlerimiz üzerinizde" açıklamasının pek bir işlevselliği olmuyor elbet.

Sabırlı olan kazandı

Oyuna gelelim... Hepimizin beklentisi siyah beyazlıların Arsenal, Tottenham maçları gibi ön alanda baskıyla başlaması, alan daraltması ve rakibin hızını kesmesi üzerine bir oyun planıydı. Bu artık Beşiktaş'ın alametifarikası olmuştu. Gel gör ki Bilic bu sefer kontrollü bir oyunu seçti, sağda Kerim Frei ve Necip bu kontrollü olma halinin bedelini ödediler. Zira siyah-beyazlıların ön alanda baskı yapmadan başlaması hem defansa hem de kanatlar fazladan yük bindiriyordu. Necip ve Kerim Caner ve Alper'le baş etmek zorunda kaldı ki baş edemedi. Dakika 3’ü gösterdiğinde skor 0-1 olmuştu bile. İlk on beş dakika bu oyun planı içinde Fenerbahçe'nin baskısıyla geçti, ardından top Beşiktaş'ta gibi gözükse de olgun bir atak siyah-beyazlılardan çıkmadı. Oğuzhan'ın ve Veli'nin yanlış pas seçimleri de olgunlaşma ihtimali olan atakları önledi. Bununla birlikte Fenerbahçe'nin top Beşiktaş’tayken Atiba ve Veli'nin üzerinde kurduğu baskıda oyunu tutmaktan yana en önemli taktikleriydi. Beşiktaş'ın en zorlandığı bölge topu çıkarttığı bu bölge oldu. Sarı-Lacivertlilerin tek handikapı ise Emenike'nin topu ayağında tutamamasıydı, onun dışında oyunu sakin kalarak tutmayı başardılar. İlk yarının sonlarında gelen kırmızı kartsa maçın Beşiktaşlılar için bittiğinin resmi gibiydi. Sarı lacivertliler sabırlı oyunlarının karşılığını ikinci yarı bir gol daha atarak alacaklardı.


Bu sonuçla lig yeniden başlıyor. Siyah-beyazlıların en büyük ihtiyacı ise sakinlik, kadronun darlığına cezalı ve sakat oyuncularda eklendiğinde geçen sezonun bir benzerini yeniden yaşamak hiç uzak bir ihtimal değil. Bilic'in elindeki her oyuncudan en yüksek verimi almak gibi bir zorunluluğu var.

Fikret Orman’ınsa tarzını değiştirmeye değil, Beşiktaş’ın oyun gücünü üst düzeye çıkartacak transferleri yapmasına ve aklı selim bir ruh haline ihtiyacı var.

Beşiktaş her zaman rakiplerine benzemediği oranda iyi puanları ve başarıyı topladı. Yıldırım Demirören döneminde yeterince bu benzeme çabasını gördük. Şunu da söyleyelim, bu benzeme çabası puan tablosunda varsayıyorum ki işe yaradı. Bilin ki bu da Beşiktaş taraftarının içine sinmez.