Her şey tamam, sonunda beklenen oldu ve bedelli geçti. Parası olup da zaten bu yasanın çıkmasını bekleyenler kendileri için artık bir sorunun kalmadığını düşünüyorlar. Parası olmayanların bir kısmı için devlet çalışma başlatmıştı; toplu parası olmayan ama aylık geliri 2250 gibi olanlara bankalar kredi verecekler. Bunlar da bu şekilde hallettiklerini düşünüyorlar. Geriye kalanlar ise hem birikmiş parası olmayanlar ve hem de düzenli bir işi olmayanlar. Onlar da şimdi birçok şekilde bu 18 bin lirayı toplamaya çalışıyorlar. Buna dair sosyal medya üzerinde ilginç paylaşımlar da oluyor.

Buraya kadar her şey çok normal gibi değerlendiriliyor. Hatta bir şekilde hayatın çeşitli alanlarında birlikte olduğumuz, mücadele yürüttüğümüz kimi yoldaşlar da bu sürecin bir parçası halindeler. Bunlar için de bela olan şu zorunlu askerlikten kurtulmanın bir yolu, “istemeyiz bir şey verelim ama ne yapalım işte, her şeyin önünde engel”. Bir şekilde hayatın içinde farklı farklı duruşlara sahip de olsalar hepsinin ortak noktası; ”şu beladan kurtulmak”. Evet bir yerinden hakları var, zorunlu askerliğin kendisi bu ülkede yaşayan erkeklerin önemli bir kesimi için gerçekten bir bela. Zaman zaman ulusal nutuklara kendilerini kaptırıp “vatan, millet, Sakarya” diyen birçok insan biraz durulup da içindeki sese kulak verdiğinde “ya şu bedelli fiyatı biraz daha az olaydı” diyor.

Burada ciddi bir rıza var, o da ‘asker olmamanın bir yolu da para vermekse onu da veririm’dir. Bu rıza üretilmiş bir rızadır. Noam Chomsky ‘Rızanın imalatı’ kitabında kitle medyası tarafından yapılan manipülasyon, dezenformasyon, toplumun iktidar sahiplerinin çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi gibi işlevlerini el alır. Kitabın temel tezi; kitle medyası bir propaganda aygıtı gibi çalışır. Bunun nasıl çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bunu en iyi uygulayan iktidar da AKP iktidarı oldu. Milyonlar, on milyonlar “bedelli”yi alkışlar ile karşıladılar. Kimi itirazlar var, ancak onlar da son derece zayıf itirazlar, çünkü itirazı yapanın aklının bir yerinde de “ya bu benim de sorunumu çözecek” formül alt mantığı mevcuttur.

Şimdi kimse “neden zorunlu askerlik?” diye bir soru sormuyor. Bu kadar bu sorunlar konuşulurken ve bir milyon gibi bir kitlenin bir şekilde zorunlu askerlik sisteminin bir parçası olmak istemediğini görüyoruz. Bu kişiler ile birlikte çekirdek aileleri de katarsak 3-5 milyon insan hayatlarında zaten bu belayı yaşıyorlardı. Bu bela yaşanmak zorunda mıdır? Yani neden bu toplumda erkekler hayatlarının bir kısmını “ben devletim, güçlüyüm, gerekirse ezerim” dediği için devlete rehin verirler. Zorunlu askerliğin kendisi tamamen modern zamanların bir kölelik halidir. Bireyin hiçbir şekilde düşünce üretemeyeceği, üretecekse bile konuşamayacağı, itiraz edemeyeceği bir sistemdir zorunlu askerlik.

Neden böyle bir zulmü insanlar kabul ederler? Elbette bunun yanıtı var, ancak girmenin gereği yok. Kesin olan bir şey var o da şudur: ZORUNLU ASKERLİK ZULÜMDÜR! Ancak işte unutulan şey bu zulüm devlet tarafından üretilmiştir. Buna mecbur muyuz? Algısı çok geri olduğu için uzun yıllar devam etti bu zulüm. Şimdi de 3-4 yılda bir yapılan “bedelli” düzenlemeleri bu zulmü sınırlandırmıyor. Tam tarsine aynen devem etmesini sağlıyor. İşte bu noktada “neden?” sorusunu sormalı. İnsanlar neden buna razı olurlar. Burada medyanın ciddi bir işlevi var. Medya bedelli tartışmaları devam ederken hiçbir şekilde “ya bu 1 milyon insan neden askere gitmek istemiyor” sorusunu sormadı.

Çünkü ‘demokratik ülkelerde’ kitle medyası devlet katından belirlenmek yerine içselleştirdiği değerler ile benzer bir amaca hizmet eder. İşte bu durumda medyanın nasıl militer bir hal aldığını bize gösteriyor. Evet, bu ülkede kitle medyası hiçbir zaman özgürlüklerden yana bir yayın politikası içermedi. İktidarların her zaman yapmak vazgeçmediklerini medya da içselleştirerek devam ediyor. Burada devletin rolünün kitle medyası tarafından nasıl uygulandığını görüyoruz.

Tabi bununla da bitmiyor, kitle medyası ile birlikte “aman oğlum bırak artık, işte zamanı gel parsını biz verelim bitsin şu iş” diyerek üretilmiş militarizmin bir parçası olduklarını görüyoruz. Kitle medyası, toplumun önemli bir kesimi ve de ailelerin yığınsal çokluğu militarizmi kurmakta, yaşatmakta devletten hiç de geri değiller. Acı olan buna muhalifim, sosyalistim, yurtseverim diyen çeşitli yapı, grup ve de partilerin de dahil olmalarıdır. Oysa hepimizin özgürlüğü için militarizmin önemli bir parçası olan zorunlu askerliği reddetmek en temel insani, vicdani bir duruştur, ne radikal ne imkânsız ve ne de zor bir duruştur.

En nihayetinde vicdani ret hakkı Türkiye’nin dahi altına imza koyduğu uluslararası sözleşmelerle de güvenceye alınmış liberal bir insan hakkıdır. Yani bir şekilde bu ülkede zorunlu askerlik zulmüne hayır demenin basit bir çıkışıdır vicdani ret. Şimdi bir kez daha durum sormalı “bu orduya asker olmayacağım, ama parasını öderim” diyenler. Bu 18 bin liranın nereye gittiğini bilmiyorlar mı? Biliyorlar aslında bu paralar savuma sanayi dedikleri kuruma gidiyor. Yani silahlanmaya, daha dün Hakkâri’de 17 yaşındaki bir Kürt genci Rojhat Özdel bu paralar ile alınan kurşun ile öldürüldü. Asker olmayı istemen elbette anlamdır, ancak “paramı veririm” in insanlık için bir anlamı yoktur.

Bedelli için ödenecek her 18 bin lira ile sen bir tomaya silah temin ediyorsun. Onun için bu ülkede vicdani retçiler yıllardır zorunlu askerliğe karşı yıllardır; “ne bir saniye, ne de bir kuruş” diyorlar. Buradan doğru bu mücadele büyümelidir. Vicdani ret bir başına çok bir şey ifade etmez, önemli olan sistem/militarizm karşıtlığını başka başka mücadele araçları ile çoğaltmak, bu sisteme karşı mücadele veren yapılar ile bir şekilde ortak alanlar oluşturmak. Muhalif olduğunu söyleyen yapı, grup ve bireyler de vicdani reddi salt bireysel, pasifist, liberal bir insan hakkı olarak görmekten vaz geçmeliler.