Böyle bir başlık var diye “ah nerede o eski bayramlar, yastık altındaki kırmızı pabuçlarım” şeklinde iç bayıcı bir yazı yazmayacağım. Açıkçası güzel olduğu iddia edilen bayramları ben hiç görmedim. Bayram demek aile demek. Ailen yoksa zorlama ve hüzünlü bir durum. Umarım sizin için öyle değildir.

Fakat itiraf edeyim bayram hediyem çok komik oldu. Pazar günü Yunan Elefteros Tipos gazetesinde röportajım yayınlandı. “Yunan Adalarını Türkler bastı” konulu haberde, (başlık elbette böyle değildi, gayet pozitif idi...) benim değerli görüşlerime de yer verdiler. Yunan Adalarını Türk basınında (galiba) en çok yazan şahıs olarak nam salmış durumdayım. Üstelik birinci sayfadan anonsu bile vardı!

Frappe içerkenki fotomu da neredeyse yarım sayfa basmışlar. (Frappe: Yunan milli içeceği. Bu kadar sefil bir şeyi nasıl bu kadar benimsemiş olabilirler derken ben de alıştım iyi mi!)

Amanin ne havalı bir şeymiş! İki gündür gazete elimde her gittiğim lokantada, otelde gösteriyorum sanki ilk defa basında çıkmışım, her gün 6. sayfada kırmızılı bir fotom çıkmıyormuş gibi. (Gerçi o fotoya benzer tarafım kalmadı ayrı..) Zaten ikram meraklısı lokantacılar hepten abartıp hariçten mezeler, tatlılar, likörler getirip duruyorlar. Seyahat yazarı olup obez olmamanın yolları diye ayrı bir kitap da çıkaracağım bir gün.

Kos Adası, (peki tamam herkesi mutlu edeyim) İstanköy Adası, bir gün daha fazla kalamayacağım kadar kalabalık ve sıcak idi. Memleketin herhalde en kötü pansiyonunda kalmayı başardığım gibi pişebilecek en kötü yemek de önüme geldi. Kediler çok memnun kaldı.

Kos’un bir kuzeyindeki Kalimnos/Kelemez veya Kilimli Adası, kalabalık, gürültülü ve turist tuzağı Kos’tan sonra terapi gibi geldi. Adanın yamaçlarındaki Panorama Otel’ine yerleşip kendime geldim. Yediğim her şey güzel ve yarı fiyatınaydı.

Kalimnos, balıkçıların ve süngercilerin adası. Kalimnos’lu süngerciler o kadar meşhur imiş ki sadece Ege Denizinde değil dünyanın bütün sünger alanlarına dalıyorlarmış. Adada irili ufaklı sünger satan bir sürü dükkan var. Hatta sünger müzesi bile var.

Her yerin illa bir zırva adeti olacak ya buradaki tam sopalık! Gece uyumaya çalışırken bir saat arayla iki büyük patlama oldu. Her ikisinde de yataktan fırladım. Dedim, Türkiye-Yunanistan birbirine girdi, bizimkiler adayı bombalıyor. İnsanların ağlaşarak evlerinden çıkmalarını bekliyorum, hiç kimsenin umuru değil.

Sabah otelci Themelis’e (bizdeki Temel yani. Manası da aynı. Zaten sonra sözlüğe baktım temel kelimesini meğer Yunancadan almışız.. Karadenizli Temel’lere gel de anlat şimdi bunu..) sordum, “a yok” dedi “düğün eğlencesi!”. Kalimnos’da düğünlerde ses bombası atılırmış!

E Allah tepenizden baksın e mi! Eğlenceye bak!
Yoksa dedim, bu Kalimnos’lular Karadeniz’den falan mı geldiler mübadele zamanında? Hani Themelis gibi bir isim de duyunca... Aklıma gelmedi değil.

*****


Yalnız seyahat etmenin güzellikleri

Bir güzelliği falan yok aslında. Bir dizi yanlış anlaşılma sonucu olabilecek en olmayacak yerde sap gibi kaldım. E ne oluyor, o zaman yalnız seyahat etmeyi güzelleştirecek bir şeyler bulmaya çalışıyorsun.

* Hiçbir yeri sevmek ve oraya katlanmak zorunda değilsin. Amanin çok rezilmiş burası deyip hop ertesi gün başka bir vapura binip gazlayabiliyorsun. Hatta vapurdan inmeyip öteki adaya devam edebiliyorsun. No dırdır.

* Sohbet çok hızlı başlıyor, herkesin masasına anında iş olabiliyorsun. Çoğu zaman para verdirtmiyorlar.

* Çok şahane kitap okunuyor. Taşınırken kafama düşen James Canon’un “Dullar Kasabasından Masallar” kitabını (Abis Yayınevi, çeviren Okan Özler onun da alnından öpmek istiyorum) öylesine çantama atmıştım. Ekilince çıkarıp okumaya başladım. Şahane bir kitapmış. Otobüslerde etrafıma bakmak yerine kitabı okuyup durakları kaçırıyor, planladığım köyler, plajlar dışında yerlere gidiyorum. Hatta “yemişim tavernasını, gece hayatını, odamda hikâyenin devamını okuyayım” dediğim ve de öyle yaptığım akşamlar oldu.