Bir süredir Diyarbakır’da bulunuyorduk. Normal koşullarda uzun zaman önce ayrıldığımız Kobani sınırına gitmeyi planlıyorduk. Sosyal medyada Batman’da bulunan Tov Ekotopya Cafe’de yapılacak Ekoloji dersleri ilanını görünce küçük bir sapma yaparak Batman’a doğru yola koyulduk. Kürt Ulusal Hareketinin, demokratik özerklik paradigmasına evrimleştiğinden beri bu anlamdaki değişiklikleri yerinde görmenin iyi olacağını düşündüğümden bu tür fırsatları kaçırmamaya çalışırım.

Ekoloji dersleri için geldiğimiz Batman’da Miraz Ruspi bize alttan üste doğru yatay örgütlenme tarzı ile genç arkadaşların kurduğu bir kütüphaneden bahsetti. Batman’da tamamen geri dönüşüm malzemeleri ile kurulan Tov Ekotopya Cafe örnek alınarak yapılmış. Bir derken iki güzel fırsatı yakalamış olduk, biz de düştük yollara.

Tov Ekotopya cafenin sahiplerinden Eko aktivist Miraz Ruspi’nin emektar arabası ile Meral, ben ve Nusaybin’ den Memalin arkadaş Batman’ın ara sokaklarında pirtûxane’ye (kütüphane) gitmek üzere yola koyulduk. Bir taraftan kütüphaneyi ararken bir taraftan nasıl bir yerle karşılaşacağım diye de merak içerisindeydim.

Işıksız Batman’ın yollarında biraz arandıktan sonra pirtûxane’yi bulduk. Arkadaşlar ile selamlaştıktan sonra ilk dikkatimi çeken itaplar kasalara konmuş olmasıydı. Bir de çok güzel boyanmışlar ki kitaplar üzerinde çok güzel duruyordu. Hemen oradan bir arkadaş gülümseyerek “hocam kasalar halden, nasıl güzel olmuş mu?” diye sorunca, ben de evimde aynısını uygulayacağım dedim.

Bir süre iki küçük depodan dönüştürülmüş kütüphane ve stüdyoyu dolaştıktan sonra dersin verilecek olduğu kürsünün üzerindeki duvarda asılı çocuğuna süt veren YPG’li kadın savaşçı gözüme ilişti, ne de güzel gülümsüyordu. O gerillanın Rojava’da hiç de kolay zaman geçirmediğini düşünürsek orada gülümsemenin ne kadar devrimci bir tavır olduğunu anlarız.

Bu arada bizim dışımızda bir de belgesel ekibi aramızda bulunuyordu. O arkadaşlar da bu yeni oluşturulmuş kütüphaneyi çekmek için gelmişler ki tek eksiğimiz bölgede sık sık kesilen elektriklerdi.

Bir süre sonra ona da çözüm bulduk. Mum ışığında Batman’da bir ara sokakta gençlerin örgütlediği kütüphanede felsefe dersi takip edeceğiz.

Felsefe ve yine ilkine şahit olduğumuz ekoloji dersleri Tov Ekotopya Cafe’nin ikinci katında bulunan cep tiyatrosunda veriliyor. Ekoloji dersleri yeni başlasa da, Felsefe derslerinde bayağı yol alınmış bu akşamki ders ile birlikte Onbirinci ders olacakmış. Pirtûxane taxe aktivistlerinin isteği üzerine on birinci ders burada veriliyor.

Felsefe dersini Gürkan hoca veriyor. 10 yaşında olup ders izleyen de var, bizim gibi 40’ını devirmiş takipçiler de var.

Gürkan hocam dersi akıcı şekilde anlattı.

11. dersin konusu varoluşçuluk felsefesi idi. İnteraktif şekilde işlenerek sonlandı. Derse katılım beklediğimizin üzerindeydi. Felsefe Dersleri tamamlandıktan sonra acil işimiz olduğundan içemediğimiz çayı da hesabımıza yazarak, arkadaşlarla vedalaşıp pirtûxane’den ayrıldık.

Bir sonraki gidişimde elimde bağışlayacağım kitaplar da olacak.

Bu arada Tov Ekotopya Cafe’de Ekoloji dersleri belli periyotlarla devam edecek. Tov Ekotopya Cafe’de dersleri uzun zamandır Ekoloji hareketinin içerisinde yer alan Eko aktivist Miraz Ruspi veriyor.

Biz kapitalizme mahkum değiliz. Bu yazgımızı değiştirebiliriz fakat bunu nasıl yapacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Bu anlamı ile Batman ve çevresinde yaşıyorsanız Ekoloji alanındaki deneyimlerini ustaca aktaran Miraz Ruspi ve arkadaşlarının verdiği parasız dersleri takip etmenizi tavsiye ediyorum

Miraz Ruspi’nin Ekoloji derslerinin ilkinde anlattığı bir gerçek hikaye ile bu yazımı bitirmek istiyorum:

PASKALYA ADASI VE SINIRLARIMIZ

Paskalya adası, dünyanın en ücra bölgelerinden birisindedir. Sadece 390 km kare bir alanı kaplayan bu Pasifik adası, Güney Amerika’nın batı sahiline 3700 km, en yakın yaşanabilir adaya 2300 km uzaklıktadır. Hollandalılar, adayı 1722 yılında ilk batılılar olarak ziyaret ettiklerinde, kulübelerde ve mağaralarda yaşayan sürekli savaş halinde olan ve adadaki besin kaynaklarının yetersizliği yüzünden umutsuzca yamyamlığa yönelen 3000 kişilik ilkel bir toplum buldular.

Avrupalı ziyaretçileri en fazla şaşırtan ve ilgilendiren olay ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin gösterişli ve gelişmiş bir toplumuna ait, adanın çeşitli yerlerinde yükseklikleri altı metreyi aşan 600′den fazla yekpare taş anıt olmasıydı. Toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir iş olan heykellerin yontulması taşocaklarından başka yerlere taşınması ve dikilmesinin bu ilkel toplum tarafından gerçekleştirilmiş olması olanaksız görünüyordu.

Paskalya adasının geçmişi, kayıp uygarlıklarla ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir. Bu tarih insan topluluklarının çevreye olan bağımlığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmasının sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir. MS 5. yy.’da adaya batıdan 20 ya da 30 Polinezyalı göçmen geldi. Adanın çok zengin olmayan bir bitki örtüsü vardı ve hiç memeli hayvan yoktu. Evcil hayvanları tavuk ve Polinezya faresinden ibaretti; temel ekinleri tatlı patatesti. Yeterli derecede besleyici olmasına karşın tekdüze seyreden bir beslenme biçiminin tek yararı tatlı patates ekiminin zor olmaması nedeniyle başka etkinliklere ayıracak zamanlarının kalmasıydı.

Temel toplumsal birimler geniş ailelerden oluşan, aralarında her konuda rekabet olan klanlardı ve her klanın kendine ait tören alanları vardı. Buralarda ahu denilen dev heykellerin dikildiği atalara tapınma platformları vardı. Bu heykeller bir taşocağında yapılıyordu ve daha sonra adanın değişik yerlerindeki tören alanlarına yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdeleri kızak olarak kullanılıp insan gücüyle götürülmek zorundaydı. 1550 yılında ada nüfusu 7000 kişiyle doruk noktasına ulaşmıştı.

Zamanla klan sayıları artmış yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel oluşmuştu. Sonra bu uygarlık birdenbire yıkıldı. Taşocağında yarım bırakılmış heykeller kaldı. Bu yıkımın nedeni, Paskalya Adası’ndaki ”gizemi” çözmenin anahtarı, bütün adanın ormansızlaşmasının getirdiği çevresel bozulmaydı: Göçmenler adaya ilk geldiğinde adada büyük ormanlar vardı. Nüfus arttıkça, tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme, ev aletleri, direkler ve sazdan ev yapımı için malzeme elde etmek ve balık avlayabilmek için tekne yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başlandı:

BİRBİRLERİYLE HEYKEL YAPMA YARIŞINA GİRDİLER

En çok da kızak yapımı için kesiliyordu. 1600 yılında ada tamamen çıplak kalmıştı. Heykel yapımı durdu. Ev yapılamadığı için mağaralarda yaşamaya başladılar. Artık tekne yapamadıkları için balık avlayamıyorlardı ve uzun yolculuklara çıkamıyorlardı. Erozyon topraklarını zayıflattığından yiyecek üretiminde ciddi bir sıkıntı yaşıyorlardı. 7000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla azalmaya başladı. Dünyanın bu ücra köşesinde kapana kısılan ada halkı azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonucu neredeyse sürekli savaş halindeydi. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı. Savaşların temel amacı rakip klanın ahularını yıkmaktı. 1830′larda neredeyse bu dev heykellerin tamamı yıkıldı.

En son kuşak tüm yaşamlarına mal olan kavganın niye başladığını unuttu. .

Adaya gelen ziyaretçiler bu heykellerin nasıl taşındığını sorduklarında adanın ilkel sakinleri, atalarının neler yaptığını artık hatırlamıyordu; yalnızca, bu dev figürlerin adanın öteki tarafından ‘yürüyerek’ geldiğini söyleyebildiler.

Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopmuş olduklarını bilen Paskalya halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Taşocağının yakınında tamamlanmamış birçok heykel bulunması adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini, artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan çok güçlü olduğunu akla getirmektedir. [http://www. uçekoloji. net/?p=108]

***

Kapitalizme mahkum değiliz, başka bir dünya her zaman mümkün elbette fakat dünyamızın koca bir paskalya adası trajedesini yaşamasını istemiyorsak Miraz’ın sınırlı bir Dünya’da sınırsızmış gibi yaşanamayacak ana fikri ile anlattığı Paskalya Adası hikayesini yaşamımızın motivasyonu haline getirebiliriz. Her şeyin insan için araç olduğu inancını artık silip atma zamanı geldi de geçiyor. O yüzden Miraz ve onun gibi tüm yaşamını bunun telaşına ayırmış arkadaşların çağrısına kulak verelim.

Bu arada pirtûxane aktivistleri yeni kurdukları kitap bekliyorlar. Kitap bağışı yapmak isteyen arkadaşlar Batman’da bulunan Tov Ekotopya Cafe’ye gönderebilirler: Atatürk Parkı Arkası Tov Ekotopya Cafe / Batman.