Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye özellikle son otuz yılda büyük yol aldı.

Dünyaya kapılarını açtı.

Üretimini ve ihracatını arttırdı.

Ekonomisini sağlam bir zemine oturttu.

Özal’ın başlattığı, Erdoğan’ın sürdürdüğü bu büyük değişim hamlesini gerçekleştiren kitle ise Cumhuriyet’in “devlet eliyle zengin edilen” elitleri değil, Anadolu’nun devlet tarafından hor görülen muhafazakârları oldu.

Muhafazakârların üretime böyle büyük bir güçle katılması, zenginleşmesi, ticareti devletle değil dünyayla yapması, Türkiye’yi değiştirirken muhafazakârların siyaseti ve hayatı algılayış biçimlerini de değiştirdi.

İstedikleri gibi üretebilmeleri, istedikleri gibi yaşayabilmeleri ve hak ettikleri siyasi iktidarı alabilmeleri için “demokrasinin” ve dünyanın gelişmiş demokrasileriyle işbirliğinin önemini anladılar.

Türkiye bu büyük ekonomik değişim sırasında muhafazakârlıkla dindarlığı buluşturmayı başardı.

Bugün Türkiye’yi Ortadoğu’da ve dünyada böylesine önemli kılan da sanırım bu “buluşma” oldu.

Muhafazakâr kesim, içindeki “milliyetçilik” tortusunu tam temizleyemese de, “milliyetçiliğin” son tahlilde daima “silahlıların” işine yaradığını sezdi.

Milliyetçiliği kendi iktidarı için kullanan ordunun 28 Şubat’ta ve daha sonra 27 Nisan’da “muhafazakârları” aşağılaması, onların hayat tarzlarına, inançlarına hakaret etmesi, eşinin başı örtülü olanların Çankaya’ya çıkamayacağını söylemesi, hukuk dışı baskılara başvurması bu sezgiyi kuvvetlendirdi.

12 Eylül referandumunda muhafazakâr kesimin demokrasiyi sahiplenmesi, barış için Öcalan’la görüşülmesine karşı çıkmaması, barışa ulaşmış huzurlu bir Türkiye talep etmesi, “zihinsel” değişimin de göstergeleriydi.

Dindar muhafazakârlıkla demokrasiyi biraraya getirebildiğinizde Türkiye gibi ülkelerin nasıl zenginleşip, yükseleceğini, bir örnek oluşturacağını, hatta Ortadoğu için Türkiye’yi bir ülke olmaktan çıkartıp bir sembole, bir “kavrama” dönüştüreceğini görmek sanırım gelişmek isteyen bütün muhafazakâr toplumları heyecanlandırdı.

Birçok Avrupa Birliği yetkilisinin, kendi içlerinden çıkan muhalif seslere rağmen Türkiye’yi “vazgeçilmez” bir ülke olarak görmeleri de “muhafazakâr demokrat” denen bir kitlenin Türkiye’deki varlığına dayanıyor.

Ama bazen, bu büyük değişimi yaratanlar, kendi yarattıkları gücün farkına varmayabiliyor.

Türkiye’nin belkemiğini muhafazakâr kesim oluşturuyor.

Yüz yıllardır böyle bu.

Bu kesimin muhafazakârlığı da hemen değişmez.

Muhafazakârlığın kökleri derin, demokrasinin kökleri ise yeni yeni gelişiyor.

Muhafazakâr demokratlık yolunda bir gerileme olduğunda, bu gerilemeyi “muhafazakârlıkta” değil “demokratlıkta” görürüz.

Siz demokrasi yolunda durakladığınız ya da gerilediğiniz vakit, bu ülkeyi yukarı doğru iten o muhteşem terkibi de bozarsınız.

Bugün Erdoğan Ortadoğu’da ve dünyada sözü geçen bir lider haline geldiyse, bu, muhafazakârlığı ve demokratlığı birarada kavradığı için oldu, sadece muhafazakâr veya sadece demokrat olsaydı kitleleri böyle etkileyemezdi.

AKP’nin son zamanlarda aklını seçimlere ama özellikle “başkanlığa” takması, milliyetçiliğe abanması, askerî vesayetin kapılarını kapatacağına aksine aralaması, barışta geri adım atması, Avrupa Birliği yolunda durması, Türkiye’nin “muhafazakâr demokrat” motorunu tekletiyor.

Bu motor teklerse Türkiye de tekler, Türkiye teklerse AKP de tekler, “başarılı” olacağım derken zaten “başarılı” olan bir gücün terkibini bozar ve kendini de ülkeyi de geriletir.

Başbakan Erdoğan’ın “yarı başkanlık” sistemi için Fransa’nın yanı sıra Rusya’yı da örnek göstermesi, bence çok talihli bir konuşma değil, Putin’in bütün dünyada bir “diktatör” gibi göründüğünü bu ülkenin halkı da biliyor.

Dünyada örnek olarak bula bula Sarkozy ile Putin’i mi buluyoruz?

Rusya’nın demokrasisine çok mu bayılıyoruz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bizimle birlikte en fazla mahkûm olan, hukuku sakatlanmış bir ülkenin sistemine mi heves etmeliyiz?

Sağlam bir yol, güçlü bir terkip yarattık, bunun en önemli iki mimarından biri olan Erdoğan, kendi yaptığını bozmak mı istiyor?

Erdoğan, Erdoğan olarak başarılı bir lider, Putin olarak o başarıyı gösteremez, Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de, Ürdün’de, Lübnan’da halkın kimin posterlerini taşıdığına baksın.

Kendi resmi var orada.

O posterlerden kendi resmini silip Putin’in resmini koymayı istiyor mu gerçekten?

Yazık olur bunu yaparsa, kendine de, Türkiye’ye de.