Trump, dünyayı yöneten akılsız ve histerik idarecilerden yalnızca biri ve bu sadece onların sorunu değil. “Büyük ve emsalsiz bilgeliğimle sınırları aşmak olarak değerlendirilebilecek bir şey yaparsanız, ekonominizi mahvederim, Türkiye ekonomisini yıkıp yok ederim, daha önce de yaptım” türünden açıklamalarının ardından, dün akşam saatlerinden yaptığı en yeni açıklamalarından biri şu oldu; “Bu sabah NATO Üyesi Türkiye, Suriye’yi işgal etti. ABD bu saldırıya onay vermemektedir. Türkiye’ye de bu operasyonun kötü bir fikir olduğunu net bir şekilde iletmiştir. Bölgede ABD askeri bulunmamaktadır.” Ve “Bütün tutsak IŞİD’lilerden Türkiye sorumludur” şeklinde ekleyerek teröristleri bize emanet etti, Sayın Başkan. Yarın öbür gün, “Türkiye Suriye’ye izinsiz girdiği için İŞİD yeniden hortladı” diyecekleri aşikâr. Bu savın zemini hazırlanıyor. Aynı zamanda, aynı Trump, 7 Ekim’de yani sadece 3 gün kadar önce, “Erdoğan ile iyi bir ilişkimiz var. Suriye’de taraf tutmuyorum” demişti. Trump ile kişisel ilişkisinin gayet sıcak olduğu bilinen, kendisine ‘dostum’ olarak hitap eden ve 13 Kasım tarihinde de Trump’ın konuğu olacak olan Cumhurbaşkanımız Erdoğan ise bu durumu şu şekilde değerlendiriyor; “Siyasiler ve medya Trump üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. O da bu baskıları hafifletmek için mecburen tweet üzerinden bazı mesajlarını veriyor”.

Elbette Trump’ın bizim cenahtan “siyasi nezaketsiz” veya “küresel cehalet” olarak algılanan yorumları, aslında kendisinin diplomatik dilden uzak ve yoksun oluşu, ABD ve dolayısıyla dünyayı yönetmek üzere gayet sınırlı bir sözcük dağarcığına sahip olmasından kaynaklanıyor. Başkanın Çin ve Kuzey Kore ile olan ilişkilerinde de sürekli olarak çelişkili olumlu ve olumsuz ifadelerde bulunduğu biliniyor. Bilinmeyen şey ise bütün bunları bir stratejinin parçası olarak mı yapıp uyguladığı yoksa bütün bunların salt dürtüsel olarak mı gerçekleştiği hususu... Trump başkanlığa adaylığını koyduğunda ve kampanyasını yürütürken verdiği vaatlerden biri de, Ortadoğu’dan tamamen çekilmekti. Amerikan askerlerinin Afganistan, Irak ve Suriye’ye ve üstelik alenen dünyaya ‘yalan söyleyerek’ girmiş olduğunu söyledi, Obama ve öncesindeki ABD başkanlarını sert bir dille eleştirdi. Bu durum genelde korkaklık olarak değerlendirildi. Oysa Trump’ın Amerikan askerlerini Ortadoğu topraklarından çekme niyetinin temelinde, 12 saat uzaklıkta binlerce askeri barındırma, besleme ve lojistik olanaklarının sağlanmasının ekonomik maliyeti yatıyordu. ‘Amerikan vatandaşlarının vergi yükünü hafifletmek’, gayet mantıklı bir tez olarak öne sürüldü. Bu konuda eski Savunma Bakanı Mattis ile anlaşamayarak istifaya zorlamıştı. Şu an ABD’nin bölgede 1500’ün üzerinde askeri bulunuyor. Türkiye’nin harekât yapmakta olduğu alandan çekilen Amerikan askeri sayısı ise sadece 50. ABD Başkanının, “Artık sonu gelmeyen savaşlardan çıkıyoruz” diyerek müjdelediği sürecin ilk aşaması bu olsa gerek.

Trump’a sürpriz bir şekilde destek veren Senatör Lindsay Graham ABD ve bizim için oldukça önemli bir isim. Eski bir asker olan ve 2003 yılından bu yana Güney Carolina senatörü olarak görev yapan Graham, kendi ülkesinde Cumhuriyetçi partinin dış politika uzmanı ve sözcüsü olarak görülüyor. 2016 seçimlerinde başkanlığa adaylığını açıklamış ama sonrasında geri çekilmişti. Bunun yanında, Graham şimdiye dek ‘Türk dostu’ olarak biliniyordu. Hatta kimsenin aklından geçmeyen bir dönemde ABD-Türkiye arasında bir serbest ticaret anlaşmasının yapılmasını sağlamaya çalışıyor, senatoda uzun uzun “YPG ile PKK’nın aynı olduğunu ve ABD’nin bölgedeki tutumunun yanlış olduğunu, yanlış tarafı tuttuklarını” izah etmeye çalışıyordu. Türkiye’yi defalarca ziyaret etti. Yapılan görüşme ve müzakerelerde Erdoğan ile aynı masada ve en yakınında oturuyordu. Beraber Fazıl Say konserine gittiler. Erdoğan’ın ABD temaslarında da yine her zaman Graham’ı başrolde gördük. Şimdi ise Senatör Graham’ın, “Türkiye’ye yaptırım ve NATO üyeliğinin askıya alınmasını isteyeceğiz”, “Kongrede Erdoğan’a ağır bedel ödetme çabasına liderlik edeceğim” şeklindeki zehir zemberek tweet mesajları ile karşılaşıyoruz. An itibariyle Trump ile Graham’ın anlaşamadıkları nokta, ABD’nin Suriye’den çekilip çekilmemesi meselesi. Anlaştıkları konu ise, Türkiye’ye uygulanacak olan yaptırımlar. Henüz neler olduğu açıklanmamış olsa da, kongrede iki partinin Türkiye’ye uygulanması muhtemel birtakım yaptırımlar konusunda uzlaştıkları bildiriliyor. Bu yaptırımların Erdoğan ve ailesinin ABD’deki mali varlıklarının dondurulmasını ve seyahat sınırlamalarını da içerdiği belirtiliyor. En azından bu algı yaratılarak ve beklenti oluşturularak, bize keskin ve net bir mesaj verilmek isteniyor.

Operasyon hakkında ılımlı mesaj veren belki tek isim olan NATO Genel Sekreteri yarın Türkiye’yi ziyaret ederek Erdoğan ve Çavuşoğlu ile görüşecek. Bunun dışında, yakın komşularımız Rusya ve İran yanında elbette ABD ve ayrıca AB’den, Arap ve bölge ülkelerinden operasyon karşıtı mesajlar geldi, gelmeye devam ediyor. Erdoğan ise, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacağız” diyerek ve operasyondaki temel amacın “2 milyon Suriyelinin evlerine dönmesinin temin edileceği” olduğunun altını çizerek uluslararası kamuoyunu sakinleştirmeye çalışıyor ve hatta bu yönde pek âdeti olmadığı üzere İngilizce tweet’ler atıyor... Davutoğlu Erdoğan’ın aklına girince, başta ‘kardeşim’ ve sonra ‘düşman’ ilan edilen Şam yönetimi ile temas kesilmemiş olsaydı, muhtemelen gerginlik bu aşamaya gelmeyecek, askerlerimiz ölmeyecek, milli enerjimiz heba edilmeyecek ve tüm dünyayı karşımıza almamış olacaktık.

Türkiye bazen sirk gibi, bir kabare gibi ve bazen bir cehennem ve tımarhane gibi bir ülke olabilir. Ama aynı zamanda bu topraklarda yaşayan hepimizin vatanı ve yuvası. Dışişleri Bakanımızın yepyeni bir komando kıyafeti, beresi ve güneş gözlüğü ile poz vermesi çok ilginç ve basit bir propaganda taktiği. “Afrin’i fethetmek” lafazanlıkları henüz unutulmamışken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Azez’e kaymakam, Cerablus’a emniyet müdürü, Mare’ye jandarma komutanı atadım” demiş olması ise, hiç şüphesiz uluslararası hukuk ve hatta savaş hukukuna bile uygun düşmeyen, başımıza büyük işler açabilecek ve “Türkiye Suriye’yi işgal ediyor” iddiasına dolaylı yoldan destek veren bir söylem. Öte yandan, sınır boylarımızda dün saat 16:00 itibariyle harekat başlatılırken mehter marşının çalınması ve haber kanallarına çıkan fazla ve boş özgüvenli sözde eski askerlerin, “güvenlik uzmanı” etiketi ile füze ve top atışlarından tahrik olarak neşeli ve coşkulu yorumlar yapmaları, bizim savaşı bile ciddiye alamayan bir yapıya sahip olduğumuzu bir kez daha ortaya çıkarıyor veya hatırlatıyor...