Cumhurbaşkanı seçimleri mitingleri başladı. Recep Tayyip Erdoğan klasiği haline gelmiş bir taktik ile karşı karşıya kaldık. Erdoğan rakiplerini sindirme yöntemi olarak nefret dilini hiç çekinmeden kullanmaya başladı. Tekirdağ'da yaptığı konuşmada 'Kongrelerinde Türk bayrağını asmayı kendileri için zillet kabul eden bu parti aslında bu ülkenin demokratik parlamenter sistemi içinde dahi yer alamaz, almamalı" dedi. Konuşmasının ilk meyvesini memleketi olan ve büyük destek sahibi olduğu Rize'de aldı.

Cumhurbaşkanı seçimleri için desteklediği Selahattin Demirtaş için Rize Memişağa parkında stand açan Nurettin Durmuş üç kişi tarafından önce öldürülmekle tehdit edilip, daha sonra polis gözetiminde açtığı stant dağıtılıp darp edildi.

Samsun'da da benzeri görüntüler yaşandı. Demirtaş bildirileri dağıtan HDP'li aktivistlere bir grup saldırdı. Bununla da yetinmeyen saldırganlar HDP'li aktivistleri linç etmek istedi. Bu saldırıları öğleden sonra da İzmir izledi.

TÖREN EŞLİĞİNDE HDP TABELALARI İNDİRİLMİŞTİ

Bundan önceki yerel seçim sürecini herkes hatırlar, Recep Tayyip Erdoğan benzeri çıkışları yapmış ve ardından birçok yerde linç girişimleri başlamış, hükümetin polisi ve kaymakamı eşliğinde HDP tabelaları indirilmiş ve propaganda yapması birçok bölgede engellenmişti.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan'ı korkutan şey nedir?

Devletin imkanlarını bu kadar yoğun kullanırken, bu kadar eşitsiz bir yarışta bu paniklemeyi anlayabilmiş değilim.

Geçenlerde CNN Türk’te Şirin Payzın’ın sunduğu bir programda Selahattin Demirtaş bu eşitsizliğe güzel bir örnek verdi. Devlet kanalları olan TRT ve türevlerinde Cumhurbaşkanı adaylarına ayrılan zamanları açıkladı. Bu zamanlar karşılaştırıldığında nerede ise Demirtaş'tan hiç bahsedilmiyordu.

Cumhurbaşkanı adayları yürütecekleri kampanyalar için hesaplar oluşturdu. Bu yazıyı hazırladığım an itibarı ile bu hesaplardaki tutarlara bakıldığında Demirtaş için 362 bin civarında, İhsanoğlu için 2 milyon'un üzerinde para yattı. Erdoğan'a ise ne kadar para yatırıldığı açıklanmamıştı. Fakat bazı kaynaklara göre Erdoğan'a para toplama işine valiler de dahil olmuş ve patronlardan tehditler ile bağış yapmaları isteniyormuş. Bu bile ne kadar eşitsiz bir yarış olduğunu ortaya koyan veriler ve davranışlar. Recep Tayyip Erdoğan devlet gücünü tamamen kendi çıkarı için sevk etmiş durumda.

Bu linç gösterilerine gerek kalmadan da bu süreci kotarabileceğini ve cumhurbaşkanlık koltuğuna oturacağını kendisi iyi biliyor. Peki Recep Tayyip Erdoğan neden linç gösterilerine ihtiyaç duyuyor? Ya da gerçekten iktidarı alması nerede ise garanti iken bu linçlerin önünü açarak kaymakamları, valileri ve polisi ile bu durumları seyrediyor ise o zaman bunu bir tek cevabı kalıyor.

Wikipedia'nın Oxfort üniversitesinin sözlüğünden alıntıladığı gibi 'bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçlar [1] nefret suçunu oluşturur.

Recep Tayip Erdoğan hükümet olduğu üç dönemde de bol bol bilerek isteyerek nefret suçu işlemiştir. Bazı iyimser yorumcular bunu taktiksel görmüş ve makyavelist bir tavır olarak değerlendirmişlerdi, yani iktidarı alıncaya kadar her şeyi meşru gördüğünü ifade etmişlerdi, ancak durumun hiç de öyle olmadığı ortaya çıkmıştır.

TCK 216. MADDEDEN YARGILANMALI

Recep Tayyip Erdoğan resmi ideolojinin belirlediği sınırların dışında yer alan herkesten nefret ediyor ve herkesi kendisi gibi düşünmeye sevk ediyor. Bu yüzden (2)”Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' diyen TCK 216’ya göre yargılanması gerekmekte. Bir de bu suçu bir kere değil süreklilik arz edecek şekilde işlemekte.

SAVAŞ SUÇLUSUDUR VE ASLA CUMHURBAŞKANI OLMAMALI

Recep Tayyip Erdoğan için dahası da var. Roboski, KCK adı altında tutuklamalar, Reyhanlı ve Lice’de savaş suçu niteliğini taşıyacak katliamların siyasi sorumlusudur.

Roboski katliamı sonrası tüm yargı sürecini yakından takip eden bir barış aktivisti olarak mahkemelerin katilleri aklayacak şekilde Recep Tayyip Erdoğan'dan aldıkları talimatlarla nasıl hareket ettiğini açıkça gördüm. Tüm kamuoyu bu durma şahittir. Bazı hakimler bile bu durum karşısında tepkilerini koymalarına rağmen adım adım hükümet, ordu ve diğer suçlular aklanmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümet olduğu üç dönem uygulamalarına bakıldığında 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (SSECS) 2. maddesi soykırımı şöyle tanımlar:

“Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir:

grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi;

grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması;

grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması;

[ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi” [3]

Roboski’de yapılan da soykırım suçunun niteliği taşımaktadır. Böylesi bir kişinin bu kadar heterojen olan bir toplumu yönetecek devlet başkanı olması daha vahim şeylere yol açacak, kamplaşmanın ve katliamların derinleşmesi sürecini hızlandıracaktır.

......................

1) Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, hate crime maddesi

2) TCK 216 maddesi birinci fıkrası

3) Office of the High Commissioner for Human Rights. Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide