Gece saatlerce kafamdakiler ile uğraşıp durdum.

Ne pencerenin dibindeki ağacı yuvaları belleyen kuşların cıvıltıları, ne de zaman zaman penceremi döven yağmur damlaları beni uykuya alamadı.

Uyku tutmadı bir türlü, odama çekilmeden Yunus Bucuka’dan kalan fotoğraflar ile bir yolculuktaydım….

Bana neden bu kadar çok naif ve de kırılgan geliyor, bütün fotoğraflarındaki bakışın?

Daha başlarken biten yolculukların insan içinde biriktirdiği cam/can kırıklarının acısı ile Yunus ile hiç bir zaman yürüyemeyeceğimiz patikalarda yürüdük dün gece, hem de ne çok şey varmış anlatmak istediğim.

Konuşunca dolu dolu, heyecanlı, elini kolunu sallayarak konuşurdu Yunus, Bazen o konuşmalar ile bir şölene, dilana, govende dururdun, bazen de sadece susardın, kelime kurmak gelmezdi içinde.

O konuşunca senin kelimelerin biterdi.

Politik polemiklerimizde ancak onunla sözcüklerin yarışına girebilirdik.

Çocukluğuna yol alamadan hızlıca seni büyümek yarışına atan topraklarda yaşama merhaba demenin kaderini mi yaşadı?

‘Coğrafya kaderindir’ diyenler tamda bunu mu ifade etmişlerdi.

Kaderin olan coğrafya seni bizden alalı ne kadar oldu Yunus?

Yok be, işte şimdi seni duyacağım kadar yanıbaşımdaydın; o bir İstanbul mahallesinde uçuruma iliştirilmiş gibi duran evin portakala boyalı salonundaki masada gene politik bir kavgadaydık.

‘Yaşasın Piçlerin Dayanışması’ dövizi elindeki halin bir an aklıma geliyor, sesin ötemde; “söyleyin çok güzel olmamış mı?”, “ama ben size demiştim”ki kahkahan…

İnsanın hayatında kaç tane ‘çat kapı’ gidebileceğin insan olur ki be Yunus!

Sen öyle biriydin, yürünecek patikalarda konuşulacak cümleler biriktirirken uzaklardaki telefon konuşmaların kulağımda, sabahın bir köründe uyanıp da; “lo hala siz yatıyor musunuz?”

Yok be Bingöllü, biz hala yatmıyoruz!

Gece en son seni bir tepede gördüm, çok bildiğim, ama hiç gitmediğim bir tepede. Gece mi, gündüz mü olduğunu önce anlamadım, sonra biraz daha dikkatlice baktığımda gördüm, ay yüzüne vuruyordu be yunus!

Biz seni çok ama çok özledik be Yunus!