Çukurca’da acılı derin bir çukur açıldı. Bu çukur Kürt sorununun çözümü önünde açılmış bir çukurdur aynı zamanda. İntikam duygularını körüklemenin ötesinde hiçbir sonuç doğurmayan bir saldırıydı bu. Bir sonuç var kuşkusuz: Barışı ötelemek.

Ötelendi de...

Çukurca saldırısı bir hamlede köklü çözüm bekleyenleri güçlendirdi. Bir tarafta “Kandil’e Türk Bayrağı dikmek” isteyenler arttı. Cumhurbaşkanı, alışılagelmiş üslubunu aşan biçimde ilk kez devletin göstereceği şiddetten söz etti. Başbakan da bu yükselişi körüklüyor. Bir yandan itidal tavsiye ediyor ama öte yandan “Basın milli duruş sergilemeli” diyor. Sergileniyor da; dün “askerî çözüm çözüm değildir” diyenler içinde bile bugün sınırötesi kara harekâtını destekleyen sesler artıyor.

Türk kamuoyu yüreklerde derin yara açan Çukurca saldırısına etkili bir yanıt bekler hale geliyor. PKK’ye yönelik eskisinden hayli farklı olacağı anlaşılan şiddet gelmek üzere. Tüm işaretler bu yönde. Böyle bir şiddet PKK’nin askerî gücü ile sınırlı kalmaz, kalamaz, sivil Kürtlere doğru taşması önlenemez. Korkarım ki, KCK operasyonları daha da genişleyecek.

Öte yandan Çukurca saldırısı savaştan çıkar umanları ve nostaljik hayaller içinde “devrimci halk savaşı” bekleyen maceracıları da heveslendirdi. Bir taşla iki kuş hesabı... Bir yandan bu saldırının ardından iktidar otoriterleşecek ve halk savaşının gerekçesine uygun yani kitaba uygun “faşist bir diktatörlük” ortaya çıkarılmış olacak. Böylece halk savaşının meşruiyet zemini hazırlanacak. Yani “Ne yapalım, silahlı mücadeleden başka bir yol kalmadı” denecek. Öte yandan maceracı çizgiye kuşkuyla bakan sol kesimler gerideki silahlı gücü görüp ona biat edecek ve böyle bir silahlı halk savaşının olabilirliğini düşünmeye başlayacaklar. “Ya tutarsa” diyecekler...

Oysa önümüzde bir fotoğraf duruyor. Kaddafi’yi linç eden isyancıların fotoğrafı bu. Düşündürücü olmalı. Bu tablo, bu görüntü bugünün dünyasında artık tek taraflı okunamaz. Kaddafi diktatörlüğüne isyan eden halk elbette haklıdır. Hugo Chavez gibi bakanların uyduruk sosyalizmi adına Kaddafi’yi bir sosyalist, anti-emperyalist, devrimci falan görüp, isyancılara “hainler” denemez. Hiç kuşku yok, bu linç görüntüsü bir diktatörün hazin sonunun fotoğrafıdır.

Bir isyanın kendi mantığı olduğunu da elbette bilmekteyim, ama... Ama bu mantığa teslim olmak zorunda mıyız?.. Diktatör de olsa bir insanı yargılamak yerine linç etme mantığını kabul etmek zorunda değiliz. Eğer geçmişten öğreneceksek, bir davanın haklılığıyla bu haklılık gerekçesi ardına sığınıp araçları amaçlaştıran yanlışları birbirinden ayırabilmeyi de öğrenmiş olmalıyız. Değilse tarih tekerrür olur. Ne şiddeti görüp gerisindeki haklılığı görmemek doğrudur ne de haklılığa bakıp şiddeti meşru görmek doğru.

Devrim mi... evet, ama günümüzde artık silahsız, demokratik halk devrimleri gündemde. Yani:

Tek yol artık demokrasidir.

Demokraside ise artık “tek yol” yoktur.

Yoktur çünkü demokrasinin aracı silah değil siyasettir. Siyaset sorunların çözüm yolları içinde en doğru olanı seçme işidir. Ne var ki herkesin doğrusu aynı değil, farklı doğrular var. Farklılıklar içinde ortak çözümler bulabilmek günümüzün olması gereken çoğulcu demokrasi idealine işaret eder. Bu yol ise toptancı (askerî) çözümler yerine asgari hedeflerde birleşerek daha fazlasına yol almayı söyler.

Silahların seçiciliğine güvenmek kolaydır ve içinde hiçbir gurur unsuru içermez, attığını vurmakla övünmekten gayrı. Ama ortak çözümler bulabilmek bir sanattır ve içinde mutlaka siyaset etiği taşır. Siyaset etiğini geliştirmek gelecek kuşaklara armağan edebileceğimiz önemli bir şeydir. Silah geleneği ise geleceğe aktarılamaz. Olmasını ummak istemem ama gelecek kuşaklar da silaha başvuracak olurlarsa eğer, bugünün teknolojisine hiç ihtiyaçları olmayacağı gibi bugünün savaşçılarını hatırlamayacaklardır bile. Fakat haklı bir davayı, silaha başvurmadan çözüm yolları bulanları hatırlayacaklardır, zira insanlığın önünde yarın da çözümü zor sorunlar hep olacak.

Öyleyse inadına demokrasi, inadına özgürlük!

Birkaç yazıdır bir düşüncemi tekrar edip duruyorum: Savaşa rağmen, kurşun vızıltıları altında da olsa, acıları yüreğimizde taşıyıp, pes etmeden “daha fazla demokrasi için” mücadele etmek. Karşılıklı şiddet ise tam tersine bu yolu tıkamaya çalışıyor. Bir yanda “teröre karşı milli birlik, milli ortak dil” çağrıları, öte yandan bir devrimci halk savaşı beklentisi adına parlamenter demokratik siyasi mücadeleyi kötüleyen çağrılar okuyoruz.

Silahın açtığı çukurları demokrasiyle doldurmak... bana doğru görüneni bu.