4 Kasım 2011 tarihinde “KCK + Açılım= Kapitalist Kürt Coğrafyası” başlıklı yazıyı şöyle bitirmişiz:

“Açılım’, Kürtlerin kapitalizme entegrasyonun gerektirdiği içerik ve sınırda tanınması, tanımlanması sürecini içinde barındıran ‘cezbetme teknolojisi’ iken; KCK operasyonları buna itirazı olan yapıya yönelik ‘baskı teknolojilerini’ içeriyor. Bu iki teknolojinin birlikte Barzani önderliğindeki kapitalizme entegrasyona ‘rıza’ üretmesi bekleniyor.

Peki, sağı solu pek belli olmayan PKK ne yapacak?

Bölge Barzani etkisine ve kapitalizme yeterince entegre olduktan sonra, yani PKK’nin anti-kapitalistliği para etmedikten sonra ya da PKK bu tutumundan vazgeçtikten veya zayıfladıktan sonra, silah bırakma karşılığında bölgede siyaset yapmasına izin verilebilir.“

Son gelişmeler ya bu analizi yanlışlıyor, ya bölge PKK’nin muhalefetinin etkili olamayacağı kadar yeterli düzeyde kapitalizme entegre oldu, ya PKK anti-kapitalistlikten vazgeçti veya zayıfladı.

Analizin doğru olduğunu varsayarak devam edelim önce:

-          Bölgede kapitalizmin yerleşmesi, yapılan petrol ve doğalgaz anlaşmaları ve inşaat merkezli kimi sektörlerin yükselişinden öteye gidebilmiş ve derinleşebilmiş değil şimdilik.

-          PKK aradan geçen sürede zayıflamayıp tersine kimi bölgelerde alan hakimiyeti sağlamasıyla, ölüm oruçlarıyla pazarlık gücünü artırmış ve kanıtlamış durumda.

-          PKK’nin ve Öcalan’ın kapitalizmle barıştığına dair herhangi bir işaret de yok şu anda.

O zaman diğer ihtimal gerçekleşti: PKK’nin anti-kapitalistliğiyle beraber sistem içine çekilmesine karar verildi.

Peki o halde, Öcalan’ın tabiriyle “kapitalist modernite”nin bölgedeki izcisi-taşeronu Barzani neden alternatif olarak “demokratik modernite”yi sunan Öcalan’ın mesajını destekliyor? Sadece silahlar bırakılacağı, Türkiye’de barış olacağına sevinecek kadar naif mi Barzani?

Ya da daha temel soruyu soralım:

Türkiye ile PKK arasındaki görüşmeleri zorlayan ve arabuluculuk eden ve hala Ortadoğu’nun “big brother”ı konumundaki İngiltere neden “kapitalist modernite”ye ve emperyalizme karşı Ortadoğu’da “İslam kardeşliği” ile uyumlu “demokratik modernite” önermesini içeren bir mesaja göz yumdu?

Dolayısıyla şu yargıya varmak mümkün:

İngiltere- ABD, Barzani ve AKP / TC de, PKK’nin silahsız muhalefetinin silahlı muhalefeti kadar etkili olmayacağını düşünüyorlar; sivil toplum-parti düzeyindeki “anti-kapitalistliğinin” zararsız, baş edilebilir olduğunu öngörüyorlar. (Muhtemelen Öcalan’ın “Ortadoğu Konfederalizmi projesini”, komünlerini de kişisel fantazma olarak değerlendiriyorlardır.)

Daha doğrusu, Suriye’deki gelişmeler ve PKK’nin İran-Suriye hattına kayma ihtimali (ki Karayılan da H. Cemalle yaptığı 23 Mart tarihli röportajında “isteseydik Ortadoğu’daki çelişkilerden faydalanabilirdik” şeklinde bunu vurguluyor), örgütün silahlı muhalefetinin maliyetlerinin sistem açısından daha yüksek olacağını öngörüyorlar. Nitekim Öcalan’ın sorunun belli bir çözüm aşamasına gelmeden ölmesi halinde gelişecek olan derin bir çatışma hali, kapitalizmin entegrasyonunu, PKK’nin silahsız muhalefetinden çok daha fazla zora sokabilir, maliyetlerini artırabilir.

Öte yandan PKK ile TC’nin silahsızlanma uzlaşısı İran’ın izole edilmesinde kritik bir role sahip. Bu çerçevede bu uzlaşmanın ilanından önce PYD ile Özgür Suriye Ordusu’nun uzlaşması bu noktada anlamına kavuşmaktadır: İran-Suriye’nin “despotik modernitesi” ile silahlı çatışma düzeyinde ittifak edeceğine, gelsin sivil toplumda, özerk alanında “demokratik modernitesi”ni savunsun.

O nedenle, (Hirschmann’ın kavramlarıyla) PKK’yi “exit” (çıkış) pozisyonundan, sistem içinde “voice” (ses verme) pozisyonuna çekiyorlar: Gelsin sistem içinde, kamusal alanda konuşsun, sözünü söylesin.

Zaten bölge ulus-devlet yapılarının ve kamusal alanlarının kapitalizmin yerleştirilmesinin gerektirdiği ölçüde çoğulcu kılınması gereği, “demokratik modernite”nin iddialarını da önemli ölçüde karşılıyor.

Ek olarak, PKK’nin tek başına olmasa da ağırlığının olduğu Türkiye Kürdistanı’ndaki bir özerklik, kapitalist Irak Kürdistan Yönetimi’ni de güçlendirecektir. Dolayısıyla zaman içinde PKK de sistem içerisinde eritilebilir/kıstırılabilir, hegemonize edilebilir düşüncesi, PKK’nin silahsızlandırılarak ve KCK olarak sistem içerisine çekilmesini rasyonalize etmektedir.

Peki, Öcalan gibi zeki ve kurnaz bir örgüt lideri bunu görmüyor mu?

Birincisi, zaten Öcalan’ın İmralı’ya girdiğinden bu yana yaptığı okumalar da örgütü “Leninist exit- isyan paradigmasından “, “postmodern voice- katılım paradigmasına” geçişini öngörüyor. KCK’nin çok katmanlı örgütlenme modelinin mantığı da bununla paralellik arz ediyor. Ayrıca Öcalan çokça defa ifade ettiği üzere, ulus-devlet hedefli silahlı mücadelenin, Kürtlerin varlığını kabul ettirme ve Kürtlere ulusal-siyasal bilinç kazandırma misyonlarının tamamlanmasının yanı sıra, kapitalist moderniteyi geliştirdiğine, ona hizmet ettiğine inanıyor.

Daha önemlisi ve ikincisi, Öcalan’ın temel derdi ve kendinde gördüğü misyon, gerçekten Kürt-Türk savaşının daha da derinleşmesini, geri dönüşü imkansız bir noktaya gelmesini engellemek.

Üçüncüsü, açık ki, PKK için Kürt halkının hakları ve varlığı, haklı olarak, kapitalizm ile mücadeleden önce geliyor.

Dördüncüsü, tüm siyasi hareketler kendi alanlarını genişletmeyi hedeflerler. O da bu yeni durumun yeni geliştirdiği paradigması çerçevesinde böyle bir işlevi olacağına inanıyor.

Bu çerçeveden bakınca şu sonuçlar çıkarılabilir:

-          Oldukça sorunlu olan ve bir sonraki yazıda esaslı bir eleştiriyi hak eden İslam ve Misak-ı Milli vurgusu ise, içine girip ses vermeyi düşündüğü Türkiye ve Ortadoğu kamuoyunu ikna etmeye yönelik kendince ilk “kamusal ses”iydi.

-          Bu sesle, mesaj ile girmeyi düşündüğü alanda kendisini sınırlayacak, alanını daraltmak isteyecek diğer rakip hareketlerin olası argümanlarını önceden ellerinden almayı hedefliyor. Anti-kapitalizminin İslam’la barışması hedefi çerçevesinde kapitalist-Müslüman Gülen Hareketi’ne mesafesi de bu nedenledir.

-          Ola gelen ne barıştır, ne de çözüm; sistem dışında olan PKK’nin KCK olarak sistem içerisine çekilmesidir, sivil toplumun konuşan aktörü kılınmasıdır. Bunun da sistemin kısmi bir idari reformunu gerektirdiğinden, barışa ve çözüme kısmi katkısı olacaktır. Bu kısmi katkının derinleşmesi Türklerin elindedir.

-          Öcalan istediği kadar ABD ve Avrupa’nın Türk-Kürt uzlaşısını istemediğini iddia ede dursun, bu iki tarafı masaya oturtan İngiltere’dir. Ki dışarıdaki muhalefetin konuşan aktör kılınarak sistem içine çekilmesi tarihsel olarak Hyde Park’a ev sahipliği yapan, işçi sınıfına tavizler vererek devrimi engellemeyi ilk akıl eden İngiltere’nin mantığıdır.