Uzun bir Paris gecesiydi, geçen aralık ayı başlarında. Gare du Nord’un karşısındaki Terminus Nord isimli restoranda Ahmet Kaya’yı anmıştık.
Şivan Perwer, Kendal Nezan, Perihan Mağden, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten ve kızı Melis, Ayşe...
Güzel bir geceydi.
Hüzünlü bir geceydi.
Türkiye’de devletin ya da ulusalcı-milliyetçi çevrelerin bazen ne kadar hoyrat olabildiğini konuşmuştuk.
Ahmet Kaya’nın Kürtçe kasetini yayınlayacak bir televizyon kanalı aradığını söylediği için o İstanbul gecesinde nasıl linç edilmek istendiğini, nasıl vatan haini ilan edildiğini, buna yüreğinin nasıl katlanamadığını, nasıl kahrolduğunu, “Dağda ölen gerillaya da, askere de yazık!” diyen Ahmet Kaya’nın daha 43 yaşında gurbet acısıyla Paris’te nasıl öldüğünü konuşmuştuk.
O gece Şivan Perwer’den etkilenmiştim.
Sesini, müziğini elbette tanıyordum.
Büyük bir sanatçıydı.
Kürtçeyi, dilini tüm dünyaya yayan büyük bir sanatçı...
Kendi Kürt kimliğini, kültürünü nasıl sahiplendiğini, bununla gurur duyduğunu, ama aynı zamanda bütün insanları nasıl sevdiğini o Paris gecesinde bana çok iyi hissettirmişti.
İnsanlar vardır, konuşmaya başladıklarında hemen anlarsın sahici olduklarını, yürekten konuştuklarını...
Şivan Perwer de öyleydi.
Onunla tanışmış olmaktan mutlu olmuştum.
Şimdi bakıyorum, 36 yıldır kendi memleketinden uzak, sürgünde yaşayan Şivan Perwer hain ilan ediliyor.
Üstelik PKK’nın, Apo’nun dünyasında...
Tehdit ediliyor.
Susturulması isteniyor.
Yalnız Şivan Perwer de değil hain ilan edilen. Başkaları da var susturulması istenen.
Muhsin Kızılkaya...
Orhan Miroğlu...
Mehmet Metiner...
Hepsini tanıyorum, arkadaşlarım.


Şivan Perwer’le bir Paris hatırası, geçen aralık ayından...

Dost Ümit Fırat da daha önce hedef gösterilenler arasındaydı. Bana geçen gün gönderdiği notta diyordu ki:
“Ağızlarını her açtıklarında barış ve demokrasi kelimelerini dillerinden düşürmeyen; kendilerini ‘Kürt Özgürlük Hareketi’ olarak tanımlayan; ama ne hazindir ki, liderlerinin bir insanı sevmediğini ima yollu belirtmesi bile bunun o insan için bir ölüm infaz emri gibi algılandığı bir siyasi yapı var karşımızda...”
Orhan Miroğlu “Kimsenin Kürdü olmaya niyetim yok” diyor.
Muhsin Kızılkaya, “Ben ne şunun, ne bunun Kürdüyüm” diye koyuyor tepkisini.
Mehmet Metiner, “Ne devletin ne de Öcalan’ın Kürdüyüz” diyor.
Hepsi susmayı reddediyor.
PKK’ya, Öcalan’a gerektiğinde eleştirel yaklaşan, sözünü esirgemeyen Kürt aydınları...
Yerden göğe haklılar.
Anlaşılan şimdi iki ateş arasında kalıyor olmanın sıkıntısını yaşıyorlar.
Bir yanda devlet...
Bir yanda PKK...
Bir yanda devlet ve birtakım ulusalcı-milliyetçi çevreler, öbür yanda İmralı’yla Kandil...
Bir yanda Ahmet Kaya, diğer yanda Şivan Perwer hain ilan edilecek. İstenmeyen sesler de susturulacak, ağızlar kilitlenecek!
Öyle mi?
Hayır öyle değil.
Koskoca Şivan Perwer’i, müziğiyle, sesiyle Kürtlerin yüreğinde koskocaman yer edinmiş büyük bir sanatçıyı hain ilan edebilenler, onun hakkında çirkin kampanya yürütebilenler, şunu iyi bilsin, haklarında tarihe çok kötü not düşülüyor.
Kürt aydınlarını tek sesliliğe mahkûm etmeye kalkışanların akıbeti de farklı olmaz, olamaz.
Ayrıca ölüm dahil hiçbir tehdit aydın insanları susturamaz.
Bu böyle biline...
Doğru yol eleştiriden, eleştirel düşünebilmekten geçer.
Bunun için İmralı’yla Kandil’in de kendini fazla gecikmeden özeleştiri süzgecinden geçirmesi şart.