Bundan bir yıl önce kimsenin aklına gelmeyen bir ihtimal çıkıverdi birden ortaya, Başbakan Erdoğan’ın “başkan” seçilememe ihtimali. Erdoğan başkan ya da cumhurbaşkanı seçilemezse, başbakanlığı da kendi partisinin tüzüğü gereği kaybedecek.

Bu ihtimal Erdoğan’ı endişelendirebilir.

Ama mesele artık sadece Başbakan Erdoğan değil.

Başbakan Erdoğan’ın koltuğunu kaybetmesi hâlinde medyada, siyasette, bürokraside, iş dünyasında ne kadar çok insanın makam ve para kaybedeceğini düşünebiliyor musunuz?

Böyle bir ihtimalin ne kadar büyük bir kesimde “panik” yaratabileceğini biliyor musunuz?

Bu paniği küçümsemeyin.

Tahmin edebileceğimizden daha büyük, daha derin sorunlarla karşılaşabiliriz, cinayetlerle, suikastlarla karşılaşabiliriz.

Bu “kaybetme korkusu” şu anda “açık yara” gibi, en küçük bir muhalefet, eleştiri, karşı çıkış yara sahiplerinin acıyla ve öfkeyle kıvranmasına neden oluyor.

Ülkenin içinde bulunduğu durum bu paniği arttırıyor.

Sabahleyin Yasemin Çongar’dan iki kelimelik bir mesaj geldi:

“Annus horribilis.”

“Dehşet yılı.”

Bu ülke AKP yönetiminde “annus mirabilis”ler de, “harika yıllar” da yaşamıştı, şimdi dehşet yılına geldik.

Her sabah ölümlere uyanıyoruz.

Gerçekler bizden her zaman saklanıyor.

Afyon’daki cephanelik patlamasında dün gece 25 asker hayatını kaybetti.

Askerî uzmanlar, “gece vakti cephane sayımı olmayacağını, o kadar askerin cephanelikte bulunmayacağını, el bombalarının pimi çekilmeden patlamayacağını” söylüyor.

Daha önceki gün Beytüşşebap ölümlere sahne olmuştu.

Bir ateş ve ölüm sarmalına düşmüş görünüyoruz.

Başbakan Erdoğan, hiçbir başbakanın cesaret edemeyeceği ve cesaret etmemesi gereken biçimde “yargıya talimat verdik” diyor.

BDP’ye oy veren insanları, bir zamanlar AKP’ye oy verenleri “göbeğini kaşıyan adamlar” diye küçümseyenler gibi küçümsüyor.

BDP’yi kapatmaya, BDP’lileri tutuklatmaya hazırlanıyor.

Şiddeti arttıracak hamleler yapıyor.

Bu siyaset, bu panik, Türkiye’yi kitlesel kıyımlara sürükleyecek diye korkuyorum.

Doğrusunu isterseniz, bu yaşadığımız şiddet ve ümitsizlik günlerinin sadece Erdoğan’dan kaynaklandığını da düşünmüyorum, “makam ve para kaybedeceklerin” de büyük bir tazyikle onu biraz daha şiddete ittiğini sanıyorum.

Medyasının çıldırmışlığı, muhalifleri açıkça hedef göstermesi bana bunu düşündürüyor.

Bakın biz daha yeni bir olay yaşadık.

Beş yıldır bu gazetede yazı yazan Orhan Miroğlu durup dururken bir gün bana hakaretler eden çok kışkırtıcı bir yazı yazdı, aldırmadık bastık, sonra önceki gün “göndermediği” bir yazının sansür edildiğini söyledi ve dün sabah Yeni Akit gazetesinin tepesinde beni, kardeşimi, çocuğumu hedef gösteren, “PKK’nın attığı her mermide benim payım olduğunu” söyleyen demeci yayımlandı.

Miroğlu, onlarla konuştuğunu ama o sözlerin hepsinin kendisine ait olmadığını söyledi, ne kadarı ona ait, ne kadarını gazete uydurdu onu bilmiyorum.

Bunlar normal olmayan şeyler.

Bugüne dek ne “gönderilmemiş yazının sansür edildiğini” söyleyen bir iddia, ne böyle bir iddiayı ciddiye alacak gazeteciler, ne de ayrıldığı gazetenin yöneticisini açıkça hedef gösteren bir “yazar” gördüm.

Birçok insan gibi ben de 28 Şubat’ın rezilane operasyonlarına aşinayım, şimdi görüyorum ki panik duygusu 28 Şubat sürecinin o andıççılığını yeniden hortlatıyor.

İçeride, dışarıda, Kürt meselesinde, siyasi konularda çatışmalarla ve felaketlerle dolu günler geçiriyoruz.

Kürt meselesinde şiddeti böyle yükseltmek, 90’ların Tansu Çiller’i gibi konuşmalar yapmak, “yargıya talimatlar vermek”, BDP’lileri Meclis’ten atmaya hazırlanmak, muhaliflere tuzaklar kurmak, hedef göstermek, suikastlara kapı açmak, hayırlı bir sonuç vermez.

Bütün AKP’lilere sesleniyorum, yapmayın, bu yollar daha önce denendi, bu yolun sonunda kan ve ıstırap var sadece.

Bu yola sapan herkes, kaybetmekten korktuğunuz o “kıymetli” iktidarı kaybetti, siz de kaybedersiniz.

Andıçlara bulaşan, “iktidarlarının bin yıl süreceğini” sanan 28 Şubatçıları, akıbetlerini aklınızdan çıkarmayın.

İki yılı bu gerginlikle taşıyamaz bu ülke.

Bu kadar ölüm her topluma ağır gelir.

Düzeysizliği, iftirayı, yalanı, hedef göstermeyi mubah gören her iktidar çirkinleşerek erir.

Bu panikle her şeyi kaybedeceksiniz.

Türkiye’ye de kaybettireceksiniz.

Erdoğan Çankaya’ya çıkmak istiyorsa oraya giden yol “savaş köprüsünden” geçmiyor, Çankaya’nın yolları “şiddet taşlarıyla” döşenmiyor, mezhep ve ırk ayrımı o yolculuğu kolaylaştırmıyor.

Başbakan Erdoğan medyasına bir baksın, gerçekten bu tıynetteki insanların düzeyine inmek istiyor mu, bu düzeye düşecek kadar çaresizleşti mi?

Hâlâ vakit var.

Dürüstçe, samimiyetle yapacağı bir konuşma, bir barış vaadi, bir eşitlik sözü iklimi değiştirir.

Ben dostça uyarıyorum, bu yolun sonunu panikle gözleri kararmamış herkes görüyor, bu şiddet ve ölüm yolundan dönsün, Türkiye’yi kurtaracak bir barış iklimi onu da her istediği yere götürür.