Özellikle iki konuda tartışmalar can sıkıcı bir bulanıkla berraklığını yitiriyor.

Biri Kürt sorunu, diğeri de “şike” sorunu.

Biz bu iki konuda “doğruyu” mu bulmak istiyoruz yoksa daha tartışma başlarken kendimize çeşitli nedenlerle bir taraf seçip, onun haklı çıkartmaya mı uğraşıyoruz?

Bunu nasıl netleştirebiliriz?

Bence ne istediğimizi açıkça söyleyerek, amacımızı tartışmanın başında ortaya koyarak.

En dürüst davranışın daha tartışmanın başında pozisyonumuzu açıkça ortaya koymak olduğuna inanıyorum ben.

Amacımızı daha baştan söylersek, tartışma ilerlediğinde insanlar bu “amaçtan” şaşıp şaşmadığımızı kesin bir şekilde görüp bizi uyarabilirler.

Başkalarını böyle bir netliğe zorlayamam ama kendi amacımı söyleyebilirim.

Ben Kürtlerle Türklerin her konuda eşit olduğu, her hakkı eşit kullandığı, Türklerin sahip olduğu her hakka istisnasız biçimde Kürtlerin de sahip olduğu, “ayrılıkçılığın” dile getirilmesinin serbest bırakıldığı, bu konuda insanlara yasaklarla ve yasalarla baskı yapılmadığı bir Türkiye istiyorum.

Bu amaca artık “barış” içinde ve silahsız ulaşılabileceğine inanıyorum.

Amacım ve inancım bu olduğu için, bu amacı kim engelliyorsa ve kim silahsız elde edilebilecek gelişmelerin önünü silahla kesiyorsa onu eleştiririm.

Barışın yolunu kesen “tek” bir güç değil.

Bazen biri, bazen diğeri kesiyor.

O zaman, barışın önüne kim dikiliyorsa onu, bazen birini, bazen diğerini aklımın erdiğince uyarım.

Bunu yaparken de, neden onun barışı engellediğini düşündüğümü de açıklarım.

Benim amacım ve inancım yanlış olabilir, öyle olduğunu düşünenler de örneğin “barışa silahsız bir şekilde ulaşmanın yolu kesildi” diyerek, bu yolun nasıl kesildiğini anlatır.

Ya da, “barışın önünü o değil bu kesiyor” der ve niye böyle düşündüğünü açıklar.

Veya, “senin amacın baştan yanlış, asıl amaç bu olmalı” der ve amacın ne olması gerektiğini söyler.

Burada tek ve “büyük” sorun, “ayrılma” amacının dile getirilmesinin yasak olması, amacı“ayrılmak” olan biri bunu söyleyemez, öyle olduğunda tartışma netleşemez.

Bu haksızlığı ortadan kaldırabilmek için “ayrımcılık” fikrinin özgürleşmesini de amaçlarımızın arasına katmak gerekir.

Bu, benim amaçlarım arasında var ve bu amaca da “silahla” değil ancak demokrasiyi geliştirerek ulaşacağımızı düşünüyorum.

Bütün bu amaçları kısa bir “formül” içinde ifade etmek gerekirse, ben sorunun “tam demokrasi”içinde çözüleceğine inanıyorum; amacım Türkiye’nin tam demokratik bir ülke olması ve bu amacın da silahla değil demokratik bir mücadeleyle elde edileceği kanaatindeyim.

Eğer tartışma sırasında bu amaçtan saparsam, “amacının bu olduğunu söylüyordun ama amacından saptın” demek mümkün olur.

Tartışma netleşir.

Aynı karmaşık durum şike konusunda da ortaya çıkıyor.

Kürt meselesiyle şike meselesinin birbirine “tartışma” zeminindeki bulanıklık açısından benzemesinin temel nedeni, işin içine taraftarlığın ve taraftarlığın yarattığı kuvvetli duygusal bağların girmesi.

Genel olarak sporda, özel olarak futbolda ben ne istiyorum?

İçine mafyanın asla girmediği, asla giremeyeceği, sporun sportmence ve hakkaniyetle yapılacağı bir yapının kurulmasını.

Bugün başta “büyük takımlar” olmak üzere Türkiye’deki futbol kulüplerinin büyük çoğunluğuna mafyanın nüfuz ettiğine inanıyorum.

Hem kulüp içi ilişkilerde, hem de kulüpler arası ilişkilerde mafyanın büyük ağırlığı var.

Onun içinde son çıkan şike yasasının değişmesine karşıyım.

Şike yasasının değişmesini, şikenin cezasının azaltılmasını, mafyanın üstündeki baskının kaldırılmasını savunanlar ya “futbolda mafya yok” derler, olup olmadığını tartışırız, karşılıklı olarak örneklerimizi ortaya koyarız.

Ya da “asıl cezaları azaltmak mafyanın üstündeki baskıyı arttırır” derler, onu tartışırız.

Ortada, büyük, temel ve hayati bir amaç var benim için “futbolun mafyadan kurtulması”, bu amacı sağlayacak her gelişmeyi desteklerim, yedi ay önce çıkarılan şike yasasının da bu amaca hizmet edeceğine inandığım için o yasanın yürürlükte kalmasını istiyorum.

Şike yasasının değişmesini isteyenler de “amaçlarını” söylesinler.

Tartışalım.

Tabii, “amaç ne olursa olsun bizim kulübün kazanmasıdır” diyenleri saymıyorum, elbette bu da bir “amaç” ama “temiz”, dolayısıyla da tartışılabilecek bir amaç değil.

Ben “amaç” dediğimde, çocuklarımıza bırakacağımız ülkenin nasıl olmasını istediğimizi belirleyen bir ölçüden bahsediyorum çünkü.


“Amacın nedir” diye sorduğumda aslında sorduğum soru çok basit.


“Çocuğuna nasıl bir toplum bırakmak istiyorsun” diye soruyorum.