Sadece bencillik.

Dünyada yaşanmış nice mutsuzluk varsa hepsinin kökenini bencilliğe bağladım. Sonra bencilliğin kökünü kazıyıp, yeddi kat denizin altında, yeddi kat yerin dibine gömdüm. Sırtımı dönüp güle oynaya geldim yeryüzüne. Bencilliğin kökünün kazınıp koparıldığı yerden kendiliğinden, kocaman bir mutluluk ağacının yeşerdiğini gördüğümde şaşkınlıktan donakaldım.

Her gün her gün duyar olduğumuz kadın cinayetleri artık rutinleşmeye başladı sanki. Haber bültenlerinde benzer bir haber duymadığımızda, ‘sanırım yarın toplu yapılacak’ demekten kendimi alamayışım, beni yerin dibine batırıyor.

Toplumun vicdan sahibi insanlarına mutsuzluk kaynağı…

Beceriksiz yetkililer için çaresizlik kaynağı…

Kadınlar için, insanlara; insan olduklarını ispatlamaya çalışma zulmü…

Yasaların kadınlara nerede ve ne zaman işe yarayacağını düşünüyorum. İş mahkemelerinin bile daha kusursuz çalıştığı bir ülkede; yasaların can güvenliğini sağlamada bu denli yetersiz kalması son derece tiksindirici.

Karar veren yargıçlar, erkeğe verilen evden uzaklaştırma cezasının, erkeğe değil de kadına verilmiş bir ceza olduğunu bilmez mi? Her olumsuzluk sonrasında, ‘oysa erkeğe evden uzaklaştırma cezası verilmişti’ denir. Bu ceza erkeği kışkırtma cezasıdır. Kadına şiddet söz konusu değilse bile, bu cezadan sonra bu fikrin oluşması mümkün. Hele hele ceza alan erkeğe herhangi bir yaptırım veya takip yokken, verilen cezaya meydan okumak ‘erkeliğin şanından’ oluverir bu zorbalarca.

Cezalandırmalara rağmen, bu alanda suçlar daha da artıyorsa; cezalandırma yöntemimizin kişilerce, cezanın ödül olarak algılanmasına sebep bir durum yarattığını düşünmemizde yarar var.

Koruyucu hekimlikte olduğu gibi, toplumu ilgilendiren her alanda “öncesini” düşünmek gerekir. Suça bulaşmayı engellemek, yolsuzluğa bulaşmayı engellemek, siyasilerin kirli, küfürlü dil kullanmasını engellemek gibi.

Suça bulaştıktan sonra yıllarca süren mahkeme süreci, onca zaman kaybı ve emek kaybı; kazanılan bir yığın öfke.

Yolsuzluğa bulaşılınca, önlem almak mümkün değil. O haram parayla herkes satın alınır. Sonuca göre, imrenilen kişi olup, örnek teşkil eder.

Küfürlü dilin kimler tarafından aktifleştirildiğini hiç düşünmeye gerek yok. Okullarımızda ya da evlerimizde çocuklarımızın, “eğer açıklamazsan alçaksın şerefsizsin” gibi sözleri kullanmasından biliriz ki, bu sözler sadece siyasiler tarafından kullanılmaktadır.

Her insanın başına bir polis dikilemez elbet. Ama suç işlemesi muhtemel kişiler için uygun önlemlerin alınması şarttır.

Suç işlemesi muhtemel kişi kimdir peki? Yoksulluktan, adaletsizlikten, yolsuzluktan, ayırımcılıktan, televizyon açamamaktan şikâyetçi herkes suç işlemesi muhtemel kişi olarak ele alınmalıdır. Bunlardan her birinin başına bir polis koyduğumuzda, polisin başına kimi koyacağımız sorun olmaya başlar.

Öyleyse, “cehaletin feraseti”ne güvenerek ülke yönetmeyle, işlenen bunca cinayetin önüne geçilememişse; artık ‘aydın kişilerin ferasetine güvenerek ülke yönetme’ dönemine geçilmelidir.

Polisiye tedbirlerle, düzeni, adaleti, eşitliği, ahlakı, mutluluğu getiremezsiniz.

Eğitime önem vererek yetiştireceğimiz mutlu insanlarla söz konusu bütün engelleri aşmak mümkün. Onlarca ülke örneği var.

Aydın insanlarla birlikte yaşamak, cahillerin ferasetine güvenenlere yer bırakmayacağı için herkes mutlu olacaktır.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde, kendisine uygulanan şiddeti protesto etmek, sesini duyurmak için alanlara çıkan kadınlar şiddet kullanılarak dağıtılıyor. Birçok yerde bu silahsız, saldırısız, şiddetsiz gösterilere izin verilmiyor. İzin vermeme gerekçeleri ne olabilir ki. Eğer söyleyemedikleri bir kuşkuları varsa, bilsinler ki bu gösteriler ‘kadın kadına’ bir gösteri olacaktı. Siz davetli değildiniz zaten.

Bu masumane gösteriye izin verilmeyişinin sebebi, ‘erkek egemen toplumda kadının kendi başına hak araması da neyin nesi’ diye, algılanması bir nebze doğru. Asıl sebebin ise, ‘bugün kadınlar kendilerine uygulanan şiddete karşı gösteri yapmak ister de izin verirsek; yarın yolsuzluklara, açlığa, ayırımcılığa karşı yapmak isteyecekleri gösterilere de izin vermek zorunda kalırız, telaşıdır, tahminim.

Erkek şiddeti uygulamaya meyilli bir toplum olduğumuzu görüyoruz. Ve hatta ve kesinlikle bu konuda bir farkındalık oluşturamamışız, duygudaşlık geliştirememişiz.

Şili’de 41 kadın öldürülmüştü, dünyayı ayağa kaldırdılar. Bizde daha yıl dolmadan 302 kadın… Tık yok. Yani şiddete başvurup vuralım, kıralım demiyorum elbette. Meydanlardan sesini yükseltmek, yetkililere, sorumlulara sorununu duyurmak; zulmün vahametini anlamamış olanlara anlatma olanağı tanımak ve bu zulmü yaşadığı halde sesini çıkaramayan kadınlara cesarettir.

Bu utanç bize yetti artık.

Peki, nereye kadar?

Birilerinin eğitim modelimize ve yasalarımıza şekil vermesini mi bekleyelim.

Demokrasinin ne demek olduğunu bilmeyenler ‘Demokrat’ kelimesini onlarca yıl ‘demir kırat’ olarak algıladı. Çünkü kendinde demokrasi yoktu.

Şimdilerde kadınlara adalet dendiğinde, ‘adaleli at’ olarak algılandığı için; adalete ulaşmamız daha çok kelle uçurur.