31 Mart seçimi ve sonrasında o kadar çok garabetler yaşandı ki, insan hangisinden başlayacağını bilemiyor. Ülke o kadar çok haksızlık, o kadar çok hukuksuzluk içinde debeleniyor ki, sadece bu adaletsizlikleri bile takip etmek insanı gündem manyağı yapabilir.

Söze seçim gündemimizle devam edecek olursak, seçimlerin iptal kararı AKP - MHP bloğunun tam bir çaresizlik içerisinde olduğunu gösteriyor. Bir ay boyunca halkın iradesini gasp eden iktidara toplumsal öfke fazlasıyla büyük. Toplumun her kesiminden mevcut hukuksuzluğa tepki yağmakta. İktidar yetkililerinin bu kadar hukuksuzluğu ''kör kör parmağım gözüne'' kabilinden topluma yaşatmayı nasıl göze alabiliyor diye sorulabilir elbette. İktidar, içine düştüğü ağır yenilginin çaresizliği ile İstanbul seçimini hile ya da başka yolla kazanarak, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyük illerde kaybetmiş olmasının derin yarasını bir nebze tedavi edeceğini sanıyor. Böylece yıllardan beri yalan ve algı operasyonları ile etrafında topladığı oy tabanını hoş tutabileceği hesabını yapıyor. Oysa korkunun ecele faydasının olmadığını kendileri de biliyor. Kısacası, 31 Martta anti - demokratik zorlamalarla kazanamadığı seçimi, 23 Haziran'da daha büyük bir farkla kaybedecek. Bunu kendileri de biliyor diyoruz, zira iktidarın adayı Binali Yıldırım'ın arşivlere geçecek ''kaybedilmiş bir seçimin peşine düşecek insan değilim'' şeklindeki hüzünlü konuşması bile bu tespitimizi doğruluyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı seçimini kazanmak için iktidarın zor kullanarak 'kazanmak' veya çeşitli bahanelerle seçimi bilinmeyen bir tarihe erteleme seçeneği onun başvurabileceği son çaresi olarak görülüyor. Yani YSK'nın ''hukuki'' darbesini, fiili bir darbe ile tamamlamak! Ekonomik ve sosyal yaşamın dibe vurduğu bu koşullarda çok zor bir alternatif olarak gözükse de, 7 Haziran 2015 seçimi sonrası gelişmelerinin canlı tanığıyız. Baskı ve terör ile ortaya çıkan kaotik ortam sonrası 1 Kasım 2015 seçimi hafızalarımızdan silinmiş değil.

Düşünüldüğünde AKP tipik, sıradan bir burjuva partisi değil, politik pragmatik İslamcı bir parti. Oyunu kurallarına göre oynamayı kabul etmiyor. İşine gelmediği zaman kendince bir bahane uydurmakta pek mahir olduğunun örnekleri oldukça fazla. Bugüne kadar yasal, kurumsal çerçeveyi ve teamülleri sürekli aşındırarak yol aldı AKP. Yani mevcut olan, kırıntı boyutunda bile olsa demokrasinin nüvelerini tahrip ediyor, yerine de hiçbir şey koymuyor. Çünkü ''yeni bir şey yapma'' yeteneği zaten yok. Siyasal İslam'ın gerçek manada bir toplum projesi olmadığını 17 yıllık uygulamalarından rahatlıkla çıkarabiliriz. Açıkçası, AKP seçimle gelse de seçimle gitmek niyetinde hiç değil. Kendilerini ''vazgeçilmez'' görüp, beka beka diyerek ''bizsiz olmaz '' demeleri bu yüzden. Özetle Siyasal İslam son tahlilde kapitalist sisteme uyum sağlamaktan, onunla hemhal olmaktan geri kalmasa da, O'nun masumane şekilde dönem dönem dillendirilen o çok ''ılımlılık'' versiyonu, etkilediği halklar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Geçmişte görülmüştür ki, Radikal İslam diye tanımlanan şiddet yanlısı grupların şiddeti, içinde yaşanan toplum düzenini istikrarsızlaştırarak yeni baskıcı iktidarlara zemin hazırlamıştır...

Haksızlığın, hukuksuzluğun dibe vurduğu bu koşullarda yapılması gereken en doğru siyasi taktik seçimi topyekun boykot etmektir. Tüm muhalefet bileşenlerinin firesiz olarak ''biz bu sefalete prim vermiyoruz'' demesi lazım. Çünkü 31 Mart seçim sonuçlarını kabul etmeyen iktidar 23 Haziran sonuçlarını neden kabul etsin ki ? Ancak 6 Mayıs'taki YSK darbesi sonrası, başta CHP olmak üzere diğer muhalefet bileşenlerinin yaptığı açıklamalara ve 23 Haziran'la ilgili projelerine bakılırsa (TKP ve TKH'nin Ekrem İmamoğlu lehine adaylarını geri çekmeleri, aydın ve sanatçıların gönüllü katılımlarını ifade etmeleri gibi) boykotun maddi koşullarının kısa zamanda ortadan kalktığı görülüyor. O zaman tüm muhalefet bileşenlerinin firesiz, hatta 31 Marttan daha azimli ve daha heyecanlı olarak 23 Haziran seçimine odaklanarak güçlü bir ''demokrasi cephesi'' oluşturması gerekiyor. Böylesi bir oluşum ülkede genel manada politikleşmeyi daha üst aşamaya çıkartır, insanların birey olarak '' gerçek birer politik özne'' olmasının önünü açar. Bu durum, bundan sonraki demokrasi mücadelesinin yapı taşlarının sağlam zemini ve azımsanmayacak bir kazanımı olacaktır.