Torba yasası denen itici isimli pakette, 12 Eylül faşist cuntası tarafından mağdur edilmiş -hepimiz adına kedimizden özür dilerim bütün toplum mağdur edilmemiş miydi- içeri tutulmuş, askeri sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış- belki bunlar kapandıktan sonra çoğu gibi sivil mahkemelere geçerek orada hükümlendirilmiş- tutsakların, içerideki yattıkları süreleri SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) yasalarına göre prim ödemek suretiyle işgününden sayan bir yasa çıkarıldı..

Allah razı olsun..

Bununla ilgili açıklamaları dinlediğim ya da okuduğumda, 12 Eylül dönemine ilişkin bir özel uygulama olduğu kanaatine vardım. Rejimle hesaplaşacağı sözü verip benden evet oyu alan siyasi iktidar, hesaplaşma konusunda kendisinden beklenen yetenek ve basiret azlığını belki azaltmaya çalışmak için küçük de olsa böyle bir özür yolu bulmuş gibi davranmak istiyor olabilir… Ama yasanın çıkarılış mantığında bir terslik ve bir yetmezlik var (yetmez ama evet dedikleri bu mudur) bundan biraz bahsetmek istiyorum bugün.. (Elbet dava da açacağız ama bu sonraki iş haberiniz ola)

Yasanın sujeleri 12 Eylül faşist darbesinde içeriye alınan ve yıllarca, aylarca tutuklu olarak çalışmaktan, okula gitmekten hayattan alıkonan insanlar.. Memlekette ne kadar genç varsa hepsi, içeriye oğlunu kızını vermiş ne kadar ana-baba varsa da tümü mağduru bu dönemin, toplumdan ayrı olarak hâlâ da mağduru..

12 Eylül darbesi ile gözaltına alınan herkes devlete karşı suç işlemiş sayıldı. Neden ve hangi suçu işledikleri belli olmayan bu insanların gözaltında ne kadar süre tutulduğu, kaç kişinin işkencede öldüğü ve kaç kişinin gözaltında kayıp edildiği hala net olarak bilinmeyen rakamlarla ifade ediliyor…. İşkenceden ve gözaltının olağanüstü koşullarından yakayı sıyırabilmeyi başaran insanlar da adına sıkıyönetim mahkemesi denen, kimin neyi ve ne koşullarda yargıladığının belli olmadığı mahkemelerde hakim(!) karşısına çıkarılıp yıllarca derdest edilmek suretiyle, dövülerek, çıplak halde kimi, bu soğuk salonlara götürüp getirildiler.

Mahkemelerde ne yasak sorgu yöntemleri ne gözaltı süreleri ve ne de delillerin toplanış biçimi ile ilgili soruların bugünkü gibi rahatça sorulamadığı dönemdi… Sanıklar, hırsıza hırsız, katile katil ve açlığa açlık dedikleri için akıl almaz sokaklarına sürüldüler cehennemlerinin… Kimse annesinin cenazesine katılamadı, hatta annesinin öldüğünü ona söyleyecek ziyaretçisi bile olamadı, kimse hastanelerde tedavi altına alınıp iyileştirici yataklı tek kişilik odalarda misafir edilemedi.. Kimse avukatıyla görüşemedi bir süre, annesiyle- annesinin bildiği dilde konuşamadı… Savunmasını yazamadı çoğu ve yapamadı… Yapmaya çalışanlar zaten dinlenmedi….

Bu olağanüstü soğuk salonlarda oynanan tiyatroya mahkeme adı vermeyi uygun bulan cunta rejimi kısmen sona erdikten sonra da, o güne kadar sağ ve ayakta kalabilmeyi başarmış gençleri bu kez, adına ağır ceza mahkemesi denen sözde sivil mahkemeler, sıkıyönetim mahkemesinden arta kalan, -devletin şefkatli elinden canını kurtarabilmiş bu insanları- yargılamaya ve önceden gerekçesi ile yazılmış hükmü tastiklemeye başladılar.

Sağ kalabilmeyi başarmış insanların çoğu, bu mahkemelerden idam cezası aldı, hafifinden onlarca yıllık mahkumiyet kararları çıktı… Yüksek denetleme mahkemeleri denetleyemedi bu kararları, zira kimse bulaşmak istemedi bu yüzlerce sayfa klasörlerde yazılmış Türkçe metinlere.. Yüzlerce sayfaları alan bu tiyatro metinlerinin bir kısmı hala yargıtayda ve ağır ceza mahkemelerinde, davaların bir kısmı da devam etmekte.

Canlarını kurtarabilmiş bu insanlar, çocuklarına ve belki torunlarına hala bu dosyalardan nasıl sanık olabildiklerini anlatabilmeye çalışıyorlar… Zira bu çocuklar ve torunların büyükçe kısmı Kenan Evren’i ünlü bir ressam sanmakta…

Şimdi; canını cuntanın elinden kurtarabilmiş ve bu sahnelerde kendi trajik rollerini oynamak zorunda bırakılmış, yaşlanmış ve artık çalışamayacak duruma da getirilmiş, canını hem silahlı koruma güçlerinden ve hem de mucize kabilinden mahkemelerin elinden kurtarabilmiş insanlara bir şey bahşetmek istiyor hükümet..

Kötü mü, değil..

İyi mi, hayır değil…

Eğer 12 eylül rejiminin mahkeme etme usulüne itirazın varsa -varmış gibi davranıyorsun- o zaman ne beraat ve ne de mahkumiyet hükmünün bir kıymetinin olmadığını açıkça, karnından konuşmadan söylemek zorundasın sayın hükümet…

Bu mahkemelerin yargıladığı ve mahkum ettiği insanların çoğunun da en az beraat etmeyi başaran insanlar kadar masum olduklarını kabul etmek zorundasın..

Zira bu insanların hiçbiri bağımsız doğal mahkemelerde yargılanamadılar, kendilerini savunamadılar, iddia olunan savlara karşı, karşı iddialarını özgürce sunamadılar…

Avukatları derdest edildi, bu insanlar derdest edildi, elleri ayakları tutmazken, maruz kaldıkları işkenceler yüzünden kıçlarının üzerine oturamazken onlara ifade imzalatıldı, o sahnelerde mahkeme tiyatrosu oynatıp tüm dünyaya izlettirildi..

Bu insanlar evrensel hukuk ilkelerinin uygulandığı mahkemelerde yargılanma hakkından bile mahrum bırakıldı…

Masumiyet karinesi, kendisini bağımsız mahkemeler önünde savunma hakları, orantılı ceza prensipleri ihlal edilmek bir yana ortadan kaldırıldı..

O döneme ilişkin söyleyecek çok söz var, senden çok mağdurların söyleyeceği çok söz var..

Hükümet yeni yasa tasarısında aynı zamanda, beraat etmiş olmakla beraber, haksız tutukluluktan dolayı devlet aleyhine tazminat davası açmış da kazanmış olan insanların, primlerinin devletçe değil bu insanlarca karşılanacağını söylüyor. Haksız tutukluluktan dolayı dava açabilmiş ve diyelim ki devletten tazminat almayı başarabilmiş insanların aldığı tazminatların zararlarını gidermeye yettiği düşünülmediğine göre, yine devletçi bir savunma refleksi ile, devletten hakkını isteyen bu insanların cezalandırılmaya çalışıldığını anlamak zor değil.. Meşru bir hakkın-tazminat talep hakkı- kullanımı bugün yine başka ve ağır bir ihlal ile devletin sopasına bir başka şekilde maruz kalmış görünüyor.. Yasadan sınırlı da olsa yararlanabilecek, primlerini ödemek zorunda bırakılacak insanların bu duruma da itiraz etmesi gerekeceği ortada..

O halde, sayın hükümet, sayın yasakoyucu, derdin o dönemle hesaplaşmaksa ve bunda samimi isen, 12 Eylül darbesinden sonra içeri alınan tüm yurttaşlarını, filmi başa sarıp bağımsız mahkemelerde yargılatamadığın için masum ilan etmek ve tümünü haksız yere içeride tutulmuş kabul etmek zorundasın. Niyetin cunta yasalarına ve mahkemelerine itiraz ise, yapacak olmak zorunda olduğun budur…

Beraat edemeyenlerin de en az edenler kadar emektar ve haksızlığa uğramış kişiler olduğunu kabul etmek zorundasın…

Türkiye’de yargının; 12 Eylül darbesi ile başlayan ve 1987 yılına kadar devam eden işlem ve eylemleri her türlü yargısal denetimden muaf tutulmaktadır. AİHM 1987 yılından sonraki dönemler için Türkiye yargı sistemini ve yargılama esaslarında ortaya çıkan hak ihlallerini sınırlı da olsa başvuru halinde denetleyerek, insanlara göreceli bir hak arama yolu açmış bulunuyor.

Türkiye ancak 1987 yılından sonraki dönem için mahkemenin yargısal yetkisini kabul ettiğinden bu karanlık döneminin yargı ayağındaki mağdurları da, ihlal edilen hakları ile ilgili başvuracak yer bulamamaktalar. Binlerce mağdurun mağduriyetleri yanlarına sonsuza kadar kar kalmış görünüyor..

Toparlayarak; söylemek istediğim şu ki; 12 Eylül karanlık döneminin yargılamaları ile ilgili ortaya çıkan pratik durum, halen ve aslında kimsenin kimseye hesap soramadığıdır. Sınırlı da olsa bir hakkı kullanabilmiş insanlar hükümet eli ile devletçe yine sopalanmaktadırlar. Hükümet yasa önerisinde gerçekten samimi ise; tutarlılık arzeden bir karar alınarak bu yasanın tüm 12 Eylül mağdurlarına uygulanması ve prim tahsilatı düşüncesinden de vazgeçilmesi gerekmekte.

Sayın hükümet; demokratik anayasa konusundaki samimiyetini tartışmayalım, 12 Eylül darbecilerinden hesap sorman için seni koruyan zamanaşımı kalkanı ve gerekçen de burada yok.. Kimse çıkaracağın yasa konusunda sana mani olamayacak, mazeretin bulunmuyor, yetmez ama evetçilere teşekkür ettin ama ne demişler: bir kuru teşekkür yetmez, amelini görelim.