Musa’mı, dedi, götürdüler.

Mamak Askeri Cezaevine oğlunu ziyarete giderken “Otobüse, dolmuşa binemem, kaybolurum” derdi Anakız Halam. Okuması yazması yoktu. Adres sormaz, yol bilmez, tarif edileni de aklında tutamaz unuturdu. Köyde doğup büyümüştü Anakız Halam. Ankara o’nun ilk gurbetiydi.

Salı günleriydi görüş günü. Gecenin bir yarısı kalkar, oğluna götüreceği çamaşırları bohçanın içerisine koyar ve yürüyerek Boğaziçi’nden aşağı Mamak Cezaevinin yolunu tutardı. Hep aynı yoldan gidip gelmesine rağmen “kaybolacağım” diye korkardı. Bu yüzden gidip geldiği sokağı, yolu, köprüyü, çarşıyı köydeki tarla, köprü, değirmen isimleriyle adlandırır, unutmamak içinde mırıldanırdı. Sorana da, bu Anakız Halanın türküsü, derdi.

“Ne gardaşıma azık götürdüğüm Yukarı Çayır burası, ne de kocam Ahmet’in yaz kış gidip geldiği İstasyon yolu. Ne oğlum Muharrem’in kuzu yaydığı Atçayır burası, ne de kızım Emine’nin davar sağdığı Çatalın ardı. Eyyy gurban olduğum Anam. Fatiş bacım, Fatma bacım. Ayağımda sızım göğsümde acım. Yol bilmem iz bilmem. Yol yeri belleyip öyle geçerim Mamak Çarşısı’ndan. Eski değirmenin karşısındaki köprüdür Mamak köprüsü. Burası Karatepe olsun, burası Ağyar, burası da Hüyüğün ardı. İşte burası da Mamak Nizamiye kapısı. Yıllardır yüreğimde oğlumun sancısı”

Musa abimin askerler tarafından götürüldüğü günü hiç unutamam. Çocuktum. Ortaokula gidiyordum. O gün Ankara’ya güneş erken doğmuştu. Yada çocuklar için güneş bayramlarda erken doğardı. Erkenden kalkmış, elimi yüzümü yıkamış, akşamdan prova ettiğim kısa pantolonu, resimli tişört ve terlik ayakkabıyı akşama kadar çıkarmamak üzere yeniden giymiştim. Annemin, babamın elini öptükten sonra vakit kaybetmeden Anakız Halamın yanına gidecektim.

Bir arka sokağımızda otururdu Anakız Halam. Babamın bir büyüğüydü. Tuzluçayır’dan Nato Yolu’na uzanan mahallelerin tümü yeni kuruluyordu. Sivas’tan, Çorum’dan, Yozgat’tan, Kayseri’den, Artvin’den, Gümüşhane’den kopup gelen Alevi ve solcu insanların oluşturduğu mahallelerdi bunlar.

Anakız Halamı çok severdim ama bayramlarda bir başka severdim. Onun verdiği şeker hiç bitmezdi. Bitse bile yeniden gider, yeniden elini öper bir avuç şekeri yeniden torbama doldururdum. Bir de çokça kuruyemiş verirdi Anakız Halam. Beyaz leblebi, kurutulmuş kırmızı üzüm. Bitince yeniden gel derdi. Akşama kadar belki on kez yeniden gelirdim. Zira yalnız yemez mahalleden başka arkadaşlarla bölüşürdüm!

Her zaman olduğu gibi o gece de asker ve polis evlere baskınlar yapmış, evleri didik didik aramış, devrimci ağabey ve ablalarımızı evlerinden alıp götürmüştü. 12 Eylül faşist darbesi henüz yeni yapılmıştı. O günlerde Tuzluçayır ve Nato Yolu baskın üzerine baskın yiyor, asker ve polisler adeta insanlara göz açtırmıyordu.

Günler öncesinden sakladığım naylon poşetimi de yanıma alarak Anakız Halamın yanına koşmuştum. Anakız Halam sıvası henüz tamamlanmamış gecekondunun bir köşesine oturmuş, ellerini koynuna atmış ağlıyordu. Halamı öyle görünce “Hala sen yetim misin” diyerek kollarını çözmüştüm. Birkaç gün önce bizim evde beni ellerim koynunda otururken görmüş ve “Sen yetim misin de ellerini koynuna atıyorsun çabuk çöz” diyerek beni uyarmıştı.

Ev darmadağınıktı. Salonun ortasındaki masada birkaç gün önceden alındığı belli olan bir kutu kolonya, bir kap şeker bir de askerlerin her nedense diğer kitaplarla birlikte götürmediği Andrew Jolly’in “Seni içime gömdüm” isimli bir kitap duruyordu. Yeniydi kitap. Belki de hiç okunmamıştı. Anakız Halam bir avuç şeker doldurdu torbama. Leblebiyle üzümü sonra veririm dedi. Ağlıyordu. Sürekli “Musa’mı götürdüler” diye söyleniyordu. Şu kitabı da, dedi, kimseler görmeden sakla. Evden çıktığımda doğruca bizim evin kömürlüğüne gitmiştim. Daha birkaç gün önce bizim evi de basmıştı askerler. Komutan Turgenyev’in “Babalar ve Oğlullar” isimli kitabını babamın suratına fırlatmıştı. Ben de o kitabı kömürlüğe saklamıştım. Anakız Halamın verdiği kitabı da onun yanına bırakıp bayrama kaldığım yerden devam etmiştim.

Musa abimin nerede olduğunu aylar sonra öğrenebilmiştik. O güne kadar kimse nerde olduğunu, ne halde olduğunu bilmiyordu. Yine de şanslıydı Musa abim. Ölmemişti. Öldürülmemişti. Çocukluğuma yön veren isimlerden biri de o’ydu. 8 sene Mamak Askeri Cezaevinde yatmıştı. Anakız Halam idari ve keyfi yasakların dışında bir tek gün bile görüş günlerini aksatmamıştı. Babamın yüzüne fırlatılan Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” isimli kitabıyla Anakız Halamın “Sakla” diye verdiği Andrew Jolly’in “Seni içime gömdüm” isimli kitabı uzun süre kömürlükte saklamış ve içeriye sızan güneş ışığında gizli gizli okumuştum.